Depremde Ölenler Şehit Midir? (Video İçerir)

10 dakikalık video’dan bir kısım:

“Demokrasiyi, laikliği, Atatürk ilke ve inkılaplarını benimseyen, bunları savunan; Allah Teâlâ’nın hükmüne aykırı herhangi bir hükmün, kanunun Allah’ın hükmünden daha güzel ve daha üstün olduğuna, bu çağa daha uygun olduğuna inananlar; liberaller, laikler, kemalistler bunlar hiç şüphesiz kâfirdirler. Namazı terk etmiş kişiler de kâfirdir.” 

Elbette, bu inkârcı kişilerin şehit olması söz konusu bile olamaz.

“Medyum”-“Ruhsal Vazifeli”-“Kanal Sahibi”-“Tasavvuf” Safsataları Hakkında

Uzaylılar benimle iletişime geçti, bilmem kimin ruhu benimle konuştu diyen okültist kişilerin; insanları tevhidden uzaklaştırıp Yüce Allah’a şirk koşmaya davet eden keramet(!!!) sahibi tasavvuf sapkınlığı şeyhlerinin dostları İblis lanetullahi aleyh ve cinni şeytanlardır. Bu kişilerin dini de Satanizm’dir.

Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu saptırıcı kişilerin çoğunlukla Masonlukla bağlantıları mevcuttur (Zaten Masonluk Satanizm’in maşasıdır). Masonlar bunları maddi olarak destekler. Bu maddi destekler ile tarikatlar kurup, Yüce Allah’a isyanı, küfrü ve şirki toplumda yaygınlaştırmaya çalışır bu insi şeytanlar. (Bkz. Celaleddin Rumi, Bedri Ruhselman, Fethullah Gülen, Bülent Çorak, Mahmut Ustaosmanoğlu vb sapkınlar)

(NOT: Masonların devletler kurduklarını daha önce yazmıştım. Bakın burada da tarihi delilleriyle 1 saatlik bir video mevcut konu hakkında: “CUMHURİYETİ KURAN MASONLAR“)

Bu sapkın kişiler, ağızlarına Allah’ı, peygamberi, İslâm’ı alsalar dahi; esas amaçları liderleri İblis’in emirlerine uygun olarak insanları haktan saptırmak, insanları tevhidden uzaklaştırmak ve küfür ve şirkin karanlıklarına sokmaktır.

Bir blog’da yorum olarak gördüğüm ve tamamen katıldığım yazıyı aşağıda aktarıyorum.

—Alıntı Başlangıcı—

Medyumlara kendini tanrı, melek, uzaylı vb. şeklinde tanıtılanlar cin şeytanlarının ta kendileridir.


Tarihin en başından beri bu tür kandırmalarla tek tanrı inancını tahrif ederek çok tanrılı dinlere dönüştürdüler.


Mevlana gibi, Hallacı Mansur gibi, şimdiki medyumlar gibi daha nicesine ve onlara inananlara kendi uydurdukları inançları yerleştirdiler. İnsanları en başından beri O’ndan uzaklaştırmaktalar.

Onların bu operasyonlarına maruz kalan okültistler de kendilerini bilinmeyen gerçek bilgileri öğrenen ve her şeyin farkına varan kişiler sanıp bu uydurma inançlara ve onları uyduran şeytanlara hizmet etmişlerdir.

Spiritüalizmtasavvufpanenteizmvahdet-i vücudvahdet-i şühud inancına ve hatta doğrudan satanizmluciferizm inancına veya ateizm inancına inanıp İblis’in planlarına hizmet ettiler.

Nitekim İblis ve onun hizmetçisi olan insan şeytanları, birçok insanın aklının ucundan dahi geçmeyecek kirli planlarla son beş yüz yıldaki neredeyse bütün siyasi, sosyal, ekonomik olayları toplumların farkına varamayacağı şekilde büyük bir gizlilikle uyguladılar. Milyarlarca insanın hakkını yediler, milyonlarca insanın ölümüne sebep oldular. Kendi planları gereği milyonlarca insanın uydurma ideolojilerin ve inançların peşinden gitmesine sebep oldular. İşte şu anda İblis ve insan şeytanları neredeyse bütün dünyayı yönetmektedir.

İşte bunların varlığını görebilmek bir yandan da ateizm ve materyalizm tuzağının yanlışlığını da gözler önüne seriyor.

-Hazar Karabey

—Alıntı Sonu—

Mucizeler

Necati Koçkesen Hoca’dan alıntıdır:

“BU DEPREMDE EN DİKKAT ÇEKEN VE İBRET ALINMASI GEREKEN ŞEYLERDEN BİRİSİ DE ŞUDUR

İki aylık, bir kaç aylık, bir, bir buçuk yaşındaki bebekler, çocuklar günler sonra enkaz altından çıkarılıyor.

Sûriye’de bir kadın enkaz altında doğum yapıyor ve ölüyor. Yeni doğmuş o çocuğa ulaşıldığında kordonu henüz annesine bağlı olarak bulunuyor ve annesi ölmüş olan çocuk canlı olarak enkazdan çıkarılıyor.

Düşünün, sık sık süt emmesi, bezlenmesi gereken bebekler dört gün, beş gün enkazın altında nasıl yaşadı? Onları kim besleyip bezledi?

Bu soruya verilebilecek tek cevap vardır o da ALLAH’tır. Allah’tan başka kimin buna gücü yetebilir?

İşte size bunu ispatlayan bir örnek:

Küçük bir kız çocuğu enkazdan çıkarılıyor. Ona müdâhale eden bir hemşire, “sana ne vereyim, çikolata mı istersin su mu?” diye soruyor. Çocuğun verdiği cevap müthiş:

“Ben aç değilim ki. Çok güzel bir abla geldi, bana yemek verdi, su verdi, benimle oynadı. Korkma, kurtulacaksın, dedi. Siz gelmeden az önce de gitti.”

Bu olay bize Hz Meryem’i hatırlattı. Hani Zekeriya aleyhisselam onun yanına her girdiğinde bir rızık buluyor ve şaşırıyordu. “Yâ Meryem, bunlar sana nereden geliyor? dediğinde de o; “Allah katından” diyordu. (Âl-i İmran; 37)

Evet, Allah yaşatmak istediklerini çeşitli şekillerde yedirir, içirir ve korur.

İbret alın ey akıl sâhipleri.

Allah’a kuvvetli bir iman ile iman edin. Allah’ın istediği gibi bir hayat sürerek yalnız ona tevekkül edin ki sıkıştığınız zaman Allah’ın yardımına mazhar olasınız.

— Alıntı Sonu —

“Bela ve Musibetlerden Ders Çıkarıyor Muyuz?”

Necati Koçkesen Hoca’dan alıntıdır:


BELÂ VE MUSÎBETLERDEN DERS ÇIKARIYOR MUYUZ?

Şu unutulmasın ki, yer yüzünde veya kâinatın tümünde iyi veya kötü ne oluyorsa hepsi de Allah’ın ilmi dairesinde ve O’nun izniyle olmaktadır. Allah’ın bilgisi ve izin vermesi dışında hiçbir şey olmamaktadır. Kâinatı yaratan ve ona nizam veren Allah olduğuna göre, yarattığı şeyleri en ince noktalarına kadar en iyi şekilde bilecek olan da elbette O’dur. Aşağıdaki âyetler bunu en güzel anlatan âyetlerdendir:

وَعِنْدَهُ مَفَاتِـحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَؕ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِؕ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فٖي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍ

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm; 59)

Yukarıdaki âyetin bir benzeri de şu âyettir:

“İster kıtlık, kuraklık, deprem gibi yeryüzünde meydana gelen bir musîbet olsun, ister hastalık, açlık, ölüm gibi kendi canlarınızda, onu daha biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.”  (Hadid /22)

Düşünün ki, herhangi bir şey îcad eden bir kimse onun kullanım kılavuzunu da hazırlamakta, o şeyi çalıştırırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini de yazmaktadır. Yine arızalandıkları takdirde nelere dikkat edilmesi gerektiğini de belirtirler. Herhangi bir makinayı îcad eden kimse onun programını da yazarken her şeyi yoktan vâreden Allah yarattığı şeyin programını yapmamış mıdır? Kâinat daha yaratılmadan ilerde olacak şeyleri levhi mahfuza kaydeden Allah elbette başımıza gelecek olan iyi kötü ne varsa hepsini de bilmekte ve onların olmasına izin vermektedir. İsterseniz şu âyeti bir okuyalım:

مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

“Başa gelen her musîbet, ancak Allah’ın izin vermesiyledir. Kim içten ve şuurlu olarak Allah’a iman ederse, Allah onun kalbini doğruya ve gerçeği idrake açar. Allah her şeyi hakkıyla bilir.” (Teğabün; 11)

Allah azze ve cell hiçbir şeyi sebepsiz yaratmaz. Her yarattığı şeyin (biz bilelim, bilmeyelim) mutlaka bir sebebi ve hikmeti vardır. Unutmayalım ki başımıza gelen her musibet kendi kusurlarımızdan ve günahlarımızdan dolayıdır. Bizler Allah’ın emir ve yasaklarına aldırış etmez, birçok noktada O’nun yasaklarına fütursuzca isyan edersek elbet O da bizi cezalandıracaktır. Şu âyet bunu en güzel şekilde beyân etmektedir:

وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ

Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” (Şûrâ;  30)

Görüldüğü gibi bu âyet, başımıza gelen her musibetin “kendi ellerimizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzünden” olduğunu beyan ediyor. Bu demek oluyor ki, kendi irâdemizle yaptığımız isyanlar, işlediğimiz günahlar yüzünden çeşitli şekillerde cezalandırılıyoruz. Bir devlet düşünün ki, vatandaşları için bazı kurallar koymakta, vatandaşları o kurallara uymadıkları, hiçe saydıkları zaman onları değişik şekillerde cezalandırmaktadır. Kaldı ki onları yaratan, yaşatan ve rızık veren de o değil. Peki insan ve cinleri yaratan, yaşatan ve onlara rızıklarını ayıran Allah onlar için çeşitli hükümler koyduğunda kulları o hükümlere isyan ettiklerinde onları cezalandırmaz mı? Elbette cezalandırabilir.

Eğer kullar Allah’ın hükümlerine boyun eğip küfür, şirk ve haramlardan kaçınsalardı Allah onları cezalandırmaz tam tersine onlara rızkını ve bereketini arttırırdı. Onları kendi âfetlerinden koruduğu gibi düşmanlarının onlara tahakküm kurmalarına da müsaade etmez, mûtî kullarını düşmanlarına karşı da korurdu. Bundan dolayı aşağıdaki âyeti tefekkür ede ede okumalıyız.

وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

“O ülkelerin insanları îmân etseler ve günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar; biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” (A’raf: 96)

Evet, kimi Allah’ı, Allah’ın âyetlerini yalanladı kimi yalanlamadı ise de onları ya görmezden geldi veya nefislerinin hevâ ve heveslerine uyarak rablerinin emirlerine isyan ettiler. İşlemeyin dediği birçok haramları işlediler, yapın dediği birçok emirlerini de yapmadılar. Allah onları peygamberlerinin veya kitaplarının dili ile,“Yoksa o ülkenin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?” (A’raf: 97) diye uyarmasına rağmen Allah’ın gazabından eminmiş gibi haramları işlemeye, kendi nefislerine ve diğer insanlara zulmetmeye devam ettiler. Zannettiler ki Allah onları görmüyor, yaptıklarını bilmiyor. Zannettiler ki yaptıkları yanlarına kâr olarak kalacak. Oysa Allah onları sık sık uyarıyor ve diyordu ki:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ

“Aranızdan yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah, cezası çok çetin olandır.” (Enfal; 25)

Bu âyet bize ne anlatıyor? Neden belâ ve musibetler sâdece zulmedenlere değil de oradaki iyilere de isâbet ediyor? Çünkü onlar da orada işlenen günahkarları uyarmadılar. Akrabalarımı küstürürüm, komşularımı gücendiririm, zulme uğrarım, hapsedilirim diye sustular. Kendileri toplumun işlediği günahları işlemeseler bile onlara karşı sessiz kaldılar, onlarla oturup kalkmaya, yiyip içmeye devam ettiler. Allah da öyle bir toplumu cezalandırmak istediği zaman iyi kötü ayırmadan hepsini cezalandırır. Nitekim bu konudaki bir rivayet de şöyledir:

“Günahlar açıktan işlenince, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.” [Taberânî]

Bir başka rivayette de şöyle buyrulmaktadır:

“Allah bir topluluğa azap indirdiği zaman, o topluluğun içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes niyetlerine göre diriltilirler.” (Buhari)

Allah Rasûlü böyle buyurunca Hz. Aişe şöyle demiştir:

“Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?”

Bu soruya efendimiz (s.a.s) şöyle cevap vermiştir:

“Fısk ve fücûr (günahlar, haramlar, sapkınlıklar) çoğaldığı vakit, evet!” (Buhârî)

Diyelim ki işlediklerimiz günahlar yüzünden cezalandırıldık, ondan sonra ne yapacağız?

Yapılması gereken şudur: Her şeyin Allah’ın ilmi ve izin vermesi neticesinde olduğunu kabul ederek isyan etmeyip teslimiyet göstereceğiz ve şöyle diyeceğiz:

اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ

“Bizim bütün varlığımız Allah’ındır ve biz ancak O’na döneceğiz.”  (Bakara / 156)

Daha sonra hayatımızı bir gözden geçirip o güne kadar ne kadar günah işlemişsek film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirip hepsi için Allah’a tevbe edeceğiz ve Allah’tan bağışlamasını dileyecek bir daha aynı günahlara, hata ve isyanlara düşmemek için gayret sarf edeceğiz. Sonra da aşağıdaki hadiste belirtildiği gibi söyleyeceğiz:

“Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin veya acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir, desin.” (Ebu Davud; Müslim)

Şâyet günahlarımızdan af diler yine Allah’a rucû ederek Allah’tan yardım dilersek Allah o belâ ve musibetleri üzerimizden kaldırır ve sabrettiğimizden dolayı da bizleri affederek o belâ ve musibetleri günahlarımıza keffâret sayar.Nitekim bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:

“Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Peki, bizler belâ ve musibetlerden dersler çıkarıyor muyuz? İbret alıyor muyuz? Bu belâ ve musibetlerin neden gelmiş olabileceğini kendi kendimize veya toplumca soruyor muyuz? “Allah’tan geldi ne yapalım?” diyerek teslimiyet gösteriyormuşuz gibi yapıp hâlimizi hiç düzeltmezsek, aynı tas aynı hamam misali günahları işlemeye devam edersek Allah tekrar belâ ve musibet vermez mi?

Toplumumuzda maalesef her türlü günah açıktan işlenir hâle geldi. Fâiz alıp vermek olağan oldu. Kişi kazandığının nereden geldiğine hiç bakmaz oldu. Haram helal tanınmaz, “gelsin de nereden gelirse gelsin”, denilir oldu. Kul hakları çiğnenir, zinâ açıktan işlenir oldu. Emri bil maruf, nehyi anil münker yapacak olanlar ya çok azaldı ya da hiç kalmadı. İşte tam da bu durumda iken büyük bir deprem yaşadık. Ülkenin beşte birini kaplayan, binlerce evin ve iş yerinin yıkılmasına, binlerce kimsenin enkaz altında kalarak ölmesine, on binlerce kimsenin yaralanmasına, malının mülkünün yok olmasına sebep oldu. Peki bu deprem orada bu depremi yaşayanlar için ve bütün olanlara şâhit olan bizler için bir ibret olacak mı? Dünyanın geçici olduğunu, yıllarca çalıştığımız ve edindiğimiz malların mülklerin bir dakika içinde yok olabileceğini, zenginken fâkir hâle düşebileceğimizi idrak edebildik mi? Edebilecek miyiz? Eğer edebilmişsek ne âlâ. Yok yaralar sarılınca eski hayatımıza dönecek, günahlara, küfre, şirke, isyanlara kaldığımız yerden devam edeceksek bilelim ki daha başımıza çok daha büyük belâ ve musibetler gelecektir.

Öyleyse, aklımızı başımıza devşirelim ve kendimize gelelim. Şirk ve küfürden uzak duralım, günahları işlemekten kaçınalım. Allah’a lâyık bir kul olarak Allah’ın istediği gibi bir hayat sürelim ve Allah’ın huzuruna Allah’ın râzı olacağı bir şekilde varalım. Belâ ve musibetlerden ders çıkararak Rabbine ilticâ ederek Rabbinden af dileyip Rabbinin istediği gibi bir hayat sürenlere ne mutlu.

— Alıntı Sonu —

Deprem (Video İçerir)

Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandığınız günahlar sebebiyledir. Hem Allah çoğunu da affeder. “

(42/Şûra,30)

“İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebebiyle, karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi. Belki (İslam’a) dönerler diye (Allah), yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.”

(30/Rûm,41)

“İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda, onunla sevinip (şımarırlar). Elleriyle (yapıp) takdim ettikleri nedeniyle başlarına bir musibet geldiğindeyse, hemen ümitsizliğe kapılırlar.” 

(30/Rûm, 36)

Allah’ın izni olmadan hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a iman ederse, (Allah) onun kalbini hidayet eder. Allah, her şeyi bilendir.

(64/Teğabun,11)

Yeryüzünde veya nefislerinizde meydana gelen her musibet, onu yaratmadan önce mutlaka bir Kitap’ta yazılıdır. Şüphesiz ki bu, Allah’a kolaydır.”

(57/Hadîd,22)

Yüce Allah’a çokça istiğfar etme zamanı. Şirkten, mâsiyetten tevbe edip, tevhid ile Allah subhanehu ve teâlâ’ya yüzümüzü dönme zamanı.

Bu depremde HAARP silahının kullanıldığını düşünüyor muyum? Evet, düşünüyorum. Çünkü depremin zamanı, deprem sonrası yaşananlar bunda dünyayı yöneten satanist çete Kabal’ın parmağının olduğuna işaret ediyor.

Deprem seçimlerden birkaç ay önce gerçekleşti. Deprem sonrası izlediğim Kabal kuklası yabancı medyada (BBC) mevcut yönetime karşı halkın (haklı) tepkisi bolca gösteriliyor. Belli ki, Kabal 20 yıldır halkın giderek tepkisinin (haklı bir şekilde) arttığı mevcut yönetimi değiştirme; yerine yine kendilerine kuklalık edecek yeni bir yönetimi getirme planları peşinde.

Dünya üzerindeki her demokratik(!!!) ülkenin seçimlerine; hem psikolojik, hem sosyolojik, hem teknolojik yöntemlerle Kabal’ın müdahale etmiş olduğu; gerekirse doğrudan oy sayılarına müdahale ederek (bkz. ABD Trump-Biden seçimi) kendilerine daha iyi kuklalık yapacak kişileri BAŞA GETİRDİKLERİ bir gerçek.

TC’deki seçimden sadece bir kaç ay önce böyle bir felâketi HAARP aracılığıyla tetikleyerek, ardından da mevcut yönetime duyulan toplumsal ve haklı öfkeyi bolca medyalarında yansıtmaları; önümüzdeki seçimde mevcut yönetimin gideceğinin ve yeni bir Kabal kuklası yönetimin geleceğinin açık işaretidir.

“Dost ve müttefik”(!!!) kâfir ABD ise Kabal’ın baş elemanlarından, satanist-pedofil George Bush‘un adını taşıyan uçak gemisi ile yardım gönderiyormuş! Millenium Challenge 2002 tatbikatında seneler önce ortaya koydukları planı gerçekleştirmek için bir adım gibi görünüyor bu bana. 1959 yılında ABD ile imzalanan anlaşma ile gerektiğinde TC’yi işgal etmeleri için kapı sonuna kadar açık bırakılmış ne de olsa.

İblis lanetullahi aleyh’i ilah edinmiş Rockefeller, Rothschild ve diğer satanist aileler tuzaklarını kuruyorlar. Ancak duam odur ki tuzak kuranların en hayırlısı olan Rabbim Allah Teâlâ bu satanistlerin oyunları vesilesiyle bu topraklara pak şeriatını hâkim kılsın. Allahumme amin. Allahumme amin.

“Milliyetçilik Zehirdir, Panzehiri ise İslâm’dır” (Makale ve Video İçerir)

Çok güzel hazırlanmış bir araştırma yazısına ve videoya denk geldim, paylaşmak istedim. Makale ve videonun linkleri yazının sonunda.

“Milliyetçilik” bâtıl bir ideoloji olup, İslâm’a aykırıdır. “Milliyetçilik”, dünyayı yöneten satanist çete Kabal’ın toplumları bölüp parçalayarak, savaşlar çıkarmasına ve kurmuş olduğu sömürü düzenini devam ettirmesine imkân sağlayan, fikir babası İblis lanetullahi aleyh olan bir cahiliye akımıdır.

TC’nin kuruluş yıllarında yoğun bir şekilde propagandası yapılmış olan “milliyetçilik” bâtıl bir ideolojidir. “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü de bu günlerden kalmış milliyetçi/ırkçı ideolojiyi empoze etmeye yönelik bir sözdür.

Yüce Allah’ın katında insanların milletlerinin, ırklarının hiçbir öneminin olmadığı kutsal kitabımızda belirtilmektedir. Allah (cc) katında insanları ayıran tek konu, ırkları/milletleri değil; mümin mi inkârcı mı olduklarıdır.

“Ey insanlar! Sizleri tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve o ikisinden de birçok erkek ve kadın türetip (yeryüzünde) yayan Rabbinizden korkup sakının.”

4/Nisâ,1

“Ey insanlar! Şüphesiz ki sizleri bir erkek ve dişiden yarattık. Karşılıklı olarak tanışıp kaynaşmanız için sizleri halklara ve kabilelere ayırdık. Gerçek şu ki Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeyden haberdar olan) Habîr’dir.”

49/Hucurat,13

Kutsal kitabımız Kur’an’ı Kerim, milliyetçiliğin beslendiği ana kaynak olan üstün ırk anlayışını; soydan gelen ve irs yoluyla kazanılan ayrıcalıklı haklara sahip olma düşüncesini temelden reddetmiştir.

İnsanları milletlere, ırklara göre ayırıp; kiminin kiminden daha üstün olduğunu söylemek, bu söylemlerle bu kavimler arasında kin ve düşmanlık  tohumları serpmek ve savaşların çıkmasını kışkırtmak; dünyayı yönetmekte olan hâkim güçlerin dünyayı diledikleri gibi kontrol altında tutmak adına çıkarmış ve empoze etmiş oldukları bir ideolojidir. Tarihsel kaynakların açıkça ortaya koymuş olduğu üzere, küresel güçlerin “böl-parçala-yönet” stratejilerine uygun olarak “ulus devletçilik” anlayışı ortaya çıkmış olup günümüz dünyasında da hâkim olan bir ideolojidir.

İslâm’a göre, milliyetçilik-ırkçılık ideolojileri; şeytanın, kendisinin ateşten yaratılmış olduğunu öne sürerek, daha düşük gördüğü bir madde olan topraktan yaratılmış insana secde etme emrini yerine getirmemesi ve bu şekilde Allah’a karşı isyankâr olması ile aynı mahiyettedir (Kur’an’ı Kerim, Sâd Suresi, 74-75-76. Ayetler).

“İblis hariç… O büyüklendi ve kâfirlerden oldu. Buyurdu ki: “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibre mi kapıldın yoksa yüksekte olanlardan olup (tepeden mi bakmaya başladın)? Dedi ki: “Ben, ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

38/Sâd, 74-75-76

Nitekim yüzyıllardır topluma empoze edilmiş bu düşünce sebebi ile, dünya üzerinde kendilerini diğer ırklardan/milletlerden üstün gören milletler, dünyanın belli coğrafyalarına hep zulüm götürmüş ve sömürmüştür.

“Milliyetçilik” TC’nin kuruluşunun temelindeki ideolojilerden biri olup, hâlen de bu devletin dört elle sarılmakta olduğu bir ideolojidir. Yüce Allah’ın dininde ise milliyetçiliğin yeri yoktur. O ZAMAN, KENDİNİ MÜSLİM OLARAK NİTELEYEN HER ŞAHSIN, BU BÂTIL, BU CAHİLÎ VE BU ŞEYTANİ FİKİRDEN ARINMASI, TEMİZLENMESİ GEREKMEKTEDİR.

Bu girişin ardından, Muş Alparslan Üniversitesi’nden araştırmacı Dr. Abdulkerim Bingöl’ün “Kur’an’ın Milliyetçiliğe Yaklaşımı” adlı çalışmasını okumanızı önemle öneriyorum. Çok güzel bir çalışma yapmış, çok açık, anlaşılır ve kafa karıştırmayan şekilde konuyu delilleriyle ifade etmiş.

MAKALENİN LİNKİ: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/325155

KONU HAKKINDA 10 DAKİKALIK VE GÜZEL HAZIRLANMIŞ VIDEO:

Tübitak “Bilim Çocuk” Dergisi ve Kabal Bilimi

Tübitak’ın çıkardığı Bilim Çocuk dergisinde çocuklara anlatılan konuların bir kısmının Kabal destekli “hurafeci bilimin” propagandası olduğunu biliyor muydunuz?

Yer yer güzel içerikleri de olduğu için yıllardır abonesi olduğumuz bu dergideki Kabal bilimi propagandalarını; elbette çocuklarımla tespit ederek, dergide anlatılanların yanlış/eksik olduğunu görüp, bağımsız ve tarafsız bilimin anlattıklarını öğrenerek; yani bilinçle, hiçbir anlatılana körü körüne inanmadan ve sorgulayarak okuyoruz. Sizlere de böyle yapmanızı tavsiye ederim.

Bakın derginin son sayısında (Ocak 23) derginin içeriğine karar verilirken nerelere danışıldığı şöyle ifade ediliyor:

Evet, görüldüğü üzere derginin tüm içerikleri Tübitak’ın Yayın Danışma Kurulu adını verdiği bir akademisyenler grubunun gözetiminden geçiyor. Daha önce bu devletin Bilim Kurul’larının toplumu nasıl göz göre göre depopulasyon ve transhumanizm deneylerine baskı, tehdit ve zorlama ile kobay ettiğini çok iyi bilen bizler; küresel efendilerinin sözünden çıkmayan bir devletin resmi bilim kuruluşunun (TÜBİTAK) bağımsız ve tarafsız bilim insanlarından oluşmayacağını rahatlıkla fark edebiliriz.

Nitekim dergide işlenen bazı konular açıkça bu durumu ortaya koymaktadır.

Örneğin,

  • gelecekte yiyeceklerin kapsüller içerisinde tüketileceğine (yani Yüce Allah’ın biz kullarına verdiği doğal nimetlerin ortadan kalkacağına) yönelik Kabal propagandasını çocuklara benimsetmeye çalışır Bilim Çocuk.
  • akıllı evler, akıllı şehirlerin geleceğin en önemli teknolojilerinden biri olduğu propagandasını yapıp, (bunların kullandığı anormal derecede yüksek Elektromanyetik Radyasyon’un (bkz. 4G, 5G, 6G vb) insanları hasta ve kanser ettiğine dair tek bir bilimsel çalışmadan dahi bahsetmeden) çocuklara bu fikirleri, bu şeytani ve ölümcül projeleri sevdirmeye çalışır Bilim Çocuk.
  • Birleşmiş Milletler gibi satanist Kabal hizmetkârı kurumların “Tek Sağlık Anlayışı (One Health Initiative) gibi tek dünya devletine hizmet eden projelerinin çok faydalı ve önemli projeler olduğunun çocuklara empoze eder Bilim Çocuk.
  • Nanoteknoloji ile insan vücutlarının içine minik robotlar koyma düşüncesinin aslında ne kadar faydalı ve insanlığın yararına olduğunu çocuklara anlatırken, Kabal’ın transhumanizm projesine hizmet eder Bilim Çocuk.
  • Uzayla ilgili tüm konuları Einstein’in yanlış olduğu bilinen kütleçekimsel kozmoloji teorisine göre anlatır; ancak Elektrik Evren gibi kâinatın işleyişini tam ve eksiksiz olarak açıklayabilen diğer teorilere gözlerini yumar, yokmuş gibi davranır Bilim Çocuk.
  • Bill Gates, Elon Musk, Mark Zuckerberg ve Steve Jobs gibi Kabal hizmetkârı “teknoloji satanistlerini”/”teknoloji tağutlarını örnek alınacak kişilermişçesine “teknoloji devleri” (!) olarak çocuklara özendirir Bilim Çocuk. (bkz. alttaki resim Bilim Çocuk Ocak 23 sayısından)
  • Bill Gates’in teknoloji hırsızı, Microsoft’u başkalarından çaldığı teknolojinin üzerine yatarak haksız kazanç ve tekelleşme ile kuran ardından tüm dünyaya hayırseverlik kisvesi altında aşı ve ilaç (=ÖLÜM) götüren bir adam olduğu;
  • Elon Musk’ın insanlığın rızasını almadan uzaya binlerce Starlink uydusu göndererek insanlığı 7/24 kanser edici Elektromanyetik Radyasyon (5G) altında bıraktığı;
  • Facebook adlı sosyal medya çukuru kurucusu, fikir özgürlüğü düşmanı ve dezenformasyon kaynağı, sansürcü Mark Zuckerberg’in kurduğu sanal dünya Meta ile gençliğin ifsadına katkıda bulunduğu;
  • Her nedense(!) logosunu şeytan aleyhillâne’nin Adem aleyhisselam’ı yalanlarıyla aldatıp ısırttığı meyve olarak seçen Steve Jobs’ın yine şeytanın direktiflerine uygun olarak teknoloji ve tüketim fesadına insanları sürüklediği

gerçeklerinden bahsetmez Bilim Çocuk.

Devletin bilim ve teknoloji kurumunun çıkardığı bir yayın olarak aslında bu propagandalarıyla hiç şaşırtmaz Bilim Çocuk.

Çocuklarınıza ahir zamanda çok daha önemli hâle gelen sorgulama ve eleştirel okuma yeteneklerini kazandırmak istiyorsanız, Bilim Çocuk dergisindeki içerikleri sorgulayarak ve satılmış/hurafeci Kabal bilimine karşı bağımsız/tarafsız bilimin ne söylediğini araştırarak okumanızı öneririm.

Bir ‘Tek Dünya Devleti’ Projesi: Birleşmiş Milletler (Belgesel İçerir)

Birleşmiş Milletler’de 20 yıla yakın bir süre boyunca üst kademede müdürlük yapmış (“executive director”) Calin Georgescu, kurumda gördüğü tüm sapkınlıkları bir “whistleblower” olarak ifşa ediyor. 40 dakikalık belgeselde, eğer Birleşmiş Milletler kurumuna dair aklınızda olumlu tek bir görüş varsa dahi, hepsinin yok olmasına hazır olun.

İçeriden biri, hem de yıllarca en üst makamlarda müdür olarak görev yapmış biri; Birleşmiş Milletler denen bu kurumun Satanist çete Kabal tarafından kurulup işletilmekte olduğunu; ve belli bir sayıda oligarkın (Kabal çetesi) tüm dünyayı kendilerine köle edip, insanların özgürlüklerini, hür iradelerini ellerinden alıp, onları diledikleri gibi yönetme (=SÖMÜRME) projelerinin çok önemli bir ayağı olduğunu açıkça beyan ediyor.

40 dakikanızı ayırıp izleyin, “whistleblower”ın kendi ağzından BM arkasındaki tüm kirli gerçekleri dinleyin. Sonra, oturup TC’nin BM ile ilişkilerini düşünün. Bakın Wikipedia’dan bir bilgi:

“BM üye devletlerinin, BM bütçesine ekonomik gelişmişlik düzeyine bağlı olarak katkı sağlamaktadır. Türkiye’nin 2012 yılında BM bütçesine zorunlu payı %0,617 düzeyindeyken bu sayı sadece bir yılda, yani 2013 yılında %1,328’e yükselmiştir. Bu yükseliş ile birlikte Türkiye Birleşmiş Milletlere en çok yardım eden 16. ülke konumuna yükselmiştir. Türkiye’nin 2021 yılı itibarıyla BM’e katkı payı %1.371’dir.”

-Wikipedia

Gördüğünüz üzere ceplerimizden zorla çıkarılan vergilerin bir kısmı zaten dünyanın en zenginleri olan ve dünya nüfusunun sadece %0.001’ini teşkil eden ailelerinin cebine, “Birleşmiş Milletler’e zorunlu katılım payı” adı altında nasıl da akıtılıyor!!! Yani bizim alın teriyle kazandığımız paralar, şeytanı aleyhillâne’yi ilah edinmiş, ona tapan, yeryüzünü ve insanlığı ifsad etmek için onun emirlerini harfiyen yerine getiren, ona dünyanın her yerinden kaçırdıkları çaldıkları çocukları kurban eden pedofil satanist sapıkların cebine TC tarafından aktarılıyor.

Hem de TC, satanist kurum BM’ye en çok yardım eden 16. ülke!!! Halk evine ekmek götürme derdinde çırpınsın; halkın cebinden zorla alınan vergilerle paraları, zaten dünyanın en zenginleri olan Rothschild ve Rockefeller ve diğer Kabal üyesi ailelerin ceplerine aksın. BUYRUN SİZE KÖLELİK DÜZENİ! BU PARAZİTLER KANIMIZI ÇAKTIRMADAN(!) EMERKEN; BİZLER DE KENDİMİZİ HÜR VE BAĞIMSIZ İNSANLAR SANADURALIM.

Birleşmiş Milletler öyle yalancı bir kurumdur ki; ‘barış götüreceğiz’ derken, perde arkasında savaşları nasıl devam ettirebileceğine yönelik çalışmalar yapar; açlığı bitireceğiz derken, aç olan halkları ‘nasıl daha da sefilleştiririz’in hesabını yapar; ‘çocukları çok seviyoruz’ derken sevgisinin esas sebebini (ilahları şeytan’a kurban etmek için sevdiğini) gizler; pedofiliyi ve dünya üzerindeki çocuk ticaretini kendi kuruluşlarıyla (UNICEF) yürütür. Bunlar ve daha fazlası, hepsi bu 40 dakikalık belgeselde ifşa oluyor.

Sonuç olarak Birleşmiş Milletler ve onun gibi küresel kuruluşların tamamı kamuoyuna “BİZLER ISLAH EDİCİLERİZ” diyerek yalan söylerler. Aslında onlar Rabbimizin bizi uyarmış olduğu gibi “BOZGUNCULARIN TA KENDİLERİDİR.”

Çare Nedir?

İşte bu parazitlerden kurtulmanın yolu nedir biliyor musunuz?

Âlemlerin Rabbi olan Allah subhanehu ve teâlâ bize çareyi 1400 yıl önce kitabında göstermiş: TAĞUTLARI İNKÂR ETMEK ve TAĞUTLARDAN İCTİNAB ETMEK.

İlahlık taslayan devletlere, ilahlık taslayan kişi ve kuruluşlara hem sözlü hem de fiili olarak “HAYIR!” demek.

Bunların hiçbir emrine, projesine uymamak, katılmamak; tam aksi yönde, sadece tek gerçek ilah olan Yüce Allah’ın rızası ve emirleri yönünde hareket etmek.

Yani aslında insanlar yeryüzündeki en büyük iyilik olan TEVHİD nimetine dört elle sarılsalar, tağutları ilah kabul etmeyip, ‘onlara ibadet etmeseler’ (onların bâtıl kanun ve kurallarına uymasalar) dünyadaki bu sömürü düzeni yerle yeksan olacak.

Çözüm basit ama anlayan ve anlamakla kalmayıp hayatında uygulayan insan sayısı çok az. Tevhidi kabul edin, tevhidi yaşayın, bir olan Allah’a ortaklar koşmayın; bu sayede dünya ve ahirette kazananlardan olun.

Belgeselin Linki

Rumble linki: (https://rumble.com/v27ggd7-secrets-of-the-united-nations-what-everyone-should-know.html)

StopWorldControl linki:

Kitap Tavsiyesi: “Tıbbın İfsadı”

Kabal’ın (dünyayı yöneten bir avuç satanist ailenin) her alanda olduğu gibi; tıp, gıda, sağlık alanlarında da insanları köleleştirme ve kapitalizm çarkları arasında ezme projelerine dair detaylı bilgiler, açıklamalar içeren muhteşem bir kitap.

Yazarı muvahhid Dr. Bekir Tok. Allah’a hamdolsun, Yüce Allah’a şirk koşmayan, tevhid ehli doktorların sayısı artıyor. Dr. Bekir Tok Covid yalandemisinde de, onun öncesinde de hakkı haykırmaktan hiçbir zaman çekinmemiş ahlâklı, vicdanlı ve bağımsız bir doktor. İşte bu sebeple TV doktorlarının değil, bu doktorun söylediklerini can kulağıyla dinlemelisiniz. Kabal’ın hipnozundan uyandırmak istediğiniz yakınlarınıza bu kitabı okutmalısınız.

Dr. Bekir Tok, benim de blogumda ifade etmeye çalıştığım gerçekleri anlatıyor kitabında. Şeytan ve avaneleri tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan dünya düzeni insanlığın hayrına değil. İnsanlığı maddi ve manevi olarak sömürmek, köleleştirmek ve Yüce Yaratıcı’ya şirk koşturmak üzere kurulmuş bir düzen. Şeytan aleyhillâne verdiği söze sadık, insanlığı saptırmak için elinden gelen çabayı gösteriyor.

Bu şeytani oyunlara kanıp da şirk bataklığına düşmemek için ise okumamız, araştırmamız, sorgulamamız ve sadece Allah azze ve celle’den yardım istememiz gerekiyor. Dünyada ve ülkelerde kurulu şeytani sistemden elinden geldiğince uzak durmaya çalışan kullarına Allah yardım edip kolaylaştıracaktır.

Kitaptan bazı alıntılarla sizi baş başa bırakıyorum. Aynı konulara değindiğim blog yazılarıma linkler’i de ekledim.

-ALINTILARIN BAŞLANGICI-

Rockefeller ailesini duymuşsunuzdur.; 19. yüzyılın sonlarında kurdukları Standard Oil şirketi ile adlarını duyuran bu aile, buradan yola çıkarak; tarım, eğitim, siyaset, tıp gibi bir çok alanda ahtapot gibi kolları dünyayı sarmış, ülkeleri ve yöneticilerini istediği gibi parmaklarında oynatmıştır. Bunun gibi Rothschild ailesi ile Bill Gates gibi isimler ve son meşhur isim Elon Musk gibiler; dünya siyasetini ellerinde bulundurdukları servet ve güç ile istedikleri gibi yönetir olmuşlardır. Bugün hangi taşı kaldırsanız, hangi şirketi araştırsanız bu aileler karşınıza çıkmaktadır. Görünen o ki, şeytani düzeni kuran, devam ettiren, birçok alanda istedikleri gibi at koşturan isimler bunlar. Asrımız ulus devletleri bu isimlerin yeryüzündeki emellerini rahatça gerçekleştirebilmek için onlara maşa görevi görüyor.” (s. 45)

“Doğa gezilerinin yerini AVM gezileri aldı. Saatsiz ve penceresiz AVM’lerde sinema, yemek, mağaza üçgeninde dolanarak mutlu olunur sandık. Sinemada beynimizi, yemekte bedenimizi,mağazada nafakamızı kirlettik. Dağda, ağaç altında temiz bir nefese, AVM’nin esans (blogcunun notu: “esans” değil “sentetik parfüm” olsa daha iyi olurmuş) kokularını ve radyasyon dalgalarını terchi ettik.” (s.65)

“Son yüzyılın fesad düzeni; şeytanın on binlerce yıllık tecrübesi ve ustalığı ile hazırlandı. Kendi vurup kendi ağlayan, sahneyi yazıp oyuncuyu eleştiren bir düzen bu; tavşana kaç, tazıya tut diyen… Nasıl mı?

Faizi serbest bırakır, her köşe başına banka açar, bankaya uğramayacak birini bile maaş bahanesiyle bankayla barıştırır; sonra faiz bataklığına batan insanları camilerde ‘Faiz haramdır.’ diye uyarır.

Kumar ‘Milli Piyango’ adı altında bizzat devlet tarafından oynatılır. Her yerde kumar resmi-gayrıresmi yaygınlaştırılır, sonra televizyonda kumarın haram olduğunu anlattırır düzenin hocalarına.

Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten çıkarır; diziler ve filmler aracılığıyla şiddete, çıplaklığa ve zinaya özendirir, kadını her yerde ticari obje olarak kullanır… Sonra ‘Kahrolsun kadına şiddet’ diye bağırır televizyonlardan…

Genelevlerini resmi olarak işletir, polislerini başına diker, doktorları ile düzenli muayenelerini yaptırır… Sonra ‘Aile toplumun yapı taşıdır.’ der…

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

Uyuşturucu baronlarını alttan alta destekler, milyar dolarlık ticaret ağlarına göz yumar, arada bir baskınla devede kulak denebilecek bir miktarı yakalayıp ‘Uyuşturucu ile mücadele ediyoruz’ der…

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

Memleketi küresel dev firmalar parsellerken, çıkıp televizyonlarda ‘yerli üretim’ nutukları attırır bu düzen…

Memleketin her karışına (blogcunun notu: “yabancı”) askeri üsler inşa edilirken, bağımsızlığın ne kadar önemli olduğu yazar okul ders kitaplarında…

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

Ekini ve nesli ifsad ederken, ‘Biz ıslah ediciyiz’ der kısaca bu düzen…

İşte bu düzenin sistemsel bir parçası olan ‘demokrasi’ ile, tüm insanlığa bu projelerin ve ifsadın bir parçası olma yolu açılır. İnsanlık, seçtiği vekilleri aracılığıyla istemeden de olsa bu düzenin bir parçası hâline gelir. İslâmi söylemlerle yöneticiliğe vekâlet istense bile, bu kara deliğe girişin cicili ambalajla süslenmiş bir paketidir bu yöntem. Zira bu sisteme biat etmeden en ufak taşraya bile yönetici olmanıza katiyen izin verilmemektedir.” (s.74)

“Yeni Dünya Düzeni; Allah’ın şu son birkaç yüzyılda, insanları imtihan etmek için mücrimlere ‘es-Sabur’ ismiyle verdiği mühletin neticesinde kurulmuş ifsad düzeni… Allah azze ve celle insan bu mühleti verince tüm âlem çamurdan yaratılan basit bir varlığın ne kadar azgınlaşabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini daha iyi görmüş oldu. Sonuçta bu kadar karmaşık bir düzenin temelinde basit bir gerçek yatmaktadır: dünya hırsı…(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut) Sonsuz yaşama arzusu, daha çok kazanma duygusu; hiç şüphesiz aynı vaadlerle atamız Âdem (as)’ı kandıranşeytanın bu düzenin mimarı olduğunu gösterir.”(s75-76)

“Yediğimiz içtiğimiz ürünlerin mümkün olduğunca piyasadakilerin en doğalı olmasına özen gösterelim.(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut) Bunu ibadetlerden zevk alabilmek, dünyevi ve uhrevi görevlerimizi daha zinde ve kolay gerçekleştirebilmek için yapmamız gerek. (Blogcunun notu: aynı zamanda Allah’ın tevhid üzere yarattığı fıtratımızı koruyabilmek için de)… İçinde muhtemelen haram maddeler bulunan ve dolayısıyla yenmesi de şüpheli olan maddeleri tükettiğimiz ve bu problemi de önemsemediğimiz hâlde ne kadar takvadan söz edebiliriz?” (s.133)

“Çocuklarının ufacık burnu aksın, ufacık ateşi çıksın soluğu hastanede alan aileler çocuklarına büyük kötülük yapıyor.” (s.149)

“İnsan hayatta yaşadığı zorluklar, kötü anılar, eziyetlerle vardır. Kiminin imtihanı ağır, kimininki hafiftir, Düşünsenize Peygamberimiz Muhammed (sav)’in hayatı boyunca çektiği sıkıntıları? Sahabenin…Onlar da mı antidepresan kullanmalıydı? Hayır, tam da yukarıda bahsettiğim gibi, her iki dünyada da insanı mutlu edecek ve çektiği zahmetleri ona rahmet kılacak olan doğru temeller üzerine oturmuş bir inançtır. Bu olduktan sonra Eyyub (as) gibi en ağır hastalıklara da müptela olsanız, çoluğunuzu çocuğunuzu kaybetseniz, siz yine de sığınacağınız kapıyı bulabilirsiniz.” (s. 178)

“Adı üstünde bunlar ‘ruh sağlığı’ hastalıkları. Maddi hastalıklar değil. Bunlar tavuklar gibi insanların köleleştirilmesi, idealsizleştirilmesi, doğal yaşamından ve ortamından koparılması, hep kendisinden üstte olan yaşamlara özendirilmesi, fıtratına en uygun din olan İslâm’ın terbiyesinden uzak kalınması neticesinde ortaya çıkan hastalıklar olduğu için öncelikli olarak bu kısır döngüden kurtulmanın yollarına bakmak gerek.” (s.179)

“Hep bahsettiğimiz gibi tüm bozgunların sebebi şeytan. Bozgun/fesad, bir zincir şeklinde ona tabi olanlar aracılığıyla ilerlemekte. İnsanlık topluca Allah’ın ipine sarılmak yerine şeytanın tahakkümüne razı olduğunda çorap söküğü gibi topraktan semaya tüm varlıklar ifsad çarkını döndürmeye başlamakta.” (s.187-188)

“Şeytanın en büyük amacı ne para, ne insanların kısır olması, ne de mülk mevki vb.dir. Şeytanın en büyük amacı daha çok insan Allah’a kendisi gibi başkaldırsın, daha çok insan Allah’ın ebedi azabında kendisine arkadaş olsundur.” (s.189)

“Buraya kadar yeryüzünde şeytanın temsilciliğini yapan bu güçler kazandı, insanoğlu onların köleliğini yaptı, hatta insanlığı zehirledikleri ürünleri imal eden fabrikalarda bile onlara kölelik etti. Doğal olarak -manevi anlamda- kalbi kararan insanoğlunun sağlığı da bozuldu. Bu sefer sağlığı düzeltmeyi, hastalıklara şifa dağıtmayı da sözde üstlenen bu sistem; bir çark da bu büyük çarka ekledi, böylece hem insanların fıtratını bozarken, hem de onları iyileştirdiğini iddia ederek servetler kazandı. Keşke iyileştirseydi, ama amacı iyileştirmek de değildi, çünkü iyi ve sıhhatli olan insanlar onlara müşteri değildi. Bu yüzden ilaçlar, tedavi etmesi için değil; anlık olarak rahatlatıp, hastalığı sürdürecek şekilde tasarlandı.” (s.189)

“Devlet bir şekilde ya ‘sağlık’ adına ya da başka kalemler adına halktan topladığı milyarları bu ilaç firmalarına dolaylı yoldan ulaştırmış oluyor. Neden her içtiğimiz, yediğimiz, giydiğimizin yarısı vergi; neden aldığımız arabaya yüzde yüzden fazla vergi konuluyor ve neden yakıtı bu kadar pahalı kullanıyoruz sorularının cevabı burada yatıyor. Vergi adı altında bir de ‘kutsal’ ibaresi yapıştırılarak sağlık sektöründe olduğu gibi her sektördeki para babaları bu şekilde zavallı halkların sırtlarından adeta bir sülük gibi geçiniyorlar.” (s.208)

“Kızamık aşısı olmayan çocukta en ufak kızarıklık görse çocuk doktorları hemen ‘Gördün mü bak çocuğun kızamık oldu, şimdi bundan dolayı ölse ne olacak?’ deyip, ‘Hemen kızamık aşısı yapmalıyız.’ diyerek aileyi baskı altına alması çokça duyduğum yaşanmış olaylar. Bu tarz olaylarda yanlış teşhis söyleyerek aileyi korkutma, kızamık gibi bir hastalığın ölüm oranı çok daha düşük olmasına rağmen sanki her hasta olan ölüyormuş izlenimi uyandırma, tıbbi bir uygulamayı psikolojik baskı ile dayatma gibi birçok yanlış var. Teşhis doğru olsa bile hastalık anında tekrar aşı yapmanın gereksiz olması da ayrı bir facia. Tıbbın çoğu zaman ‘dogma’lara bel bağladığı ve bağnazca savunulan gelenekleri barındırdığını gösteren bir sahnedir bu.” (s.213)

“Modern tıp, organların bozulmasını önlemek ya da bozulmuşu tedavi etmek yerine, yerinden çıkarmayı çoğu zaman tercih ediyor.” (s.213)

“Türkiye’de ilaçların etkinliklerini ve fiyatlarını, gerekli olup olmadığını kim, nasıl denetliyor, denetleyenlerin yetkinlikleri nasıl ve bunları etkileyen, suistimale zorlayan odakların olup olmadığı karanlıktır.”(s.229) (Blogcunun notu: Bu konu hakkında delilleriyle gerçekleri görmek isteyenler Soner Yalçın’ın SAKLI SEÇİLMİŞLER ve KARA KUTU isimli kitaplarını okuyabilir)

“Bir de şu algı vardır ki, empati yapmakta fayda var: Koca koca tıp kitaplarında gribal enfeksiyonların tedavisinde ada çayı bahsedilmezken, halkın gelip de ‘Kullanalım mı?’ sorusu cahilce(!)dir. Ne yani koskoca bilim bunu bulamamış da basit bir köylü mü iyi geleceğini iddia ediyor. Oysa bitkilerle ilgili veya diğer geleneksel tedavilerle ilgili çalışma yapan bağımsız kaynaklar da vardır; ancak tıp kitaplarını ve protokollerini belirleyen camialar bunları dikkate alacak kadar saf değildir.

Bunun bir sebebi tabiatta doğal hâlde bulunan bir bitkinin patentlenemeyeceği gerçeği ve buna bağlı olarak Allah’ın arzında birçok yerde biten bu bitkilerin kazanç kapısı olmamasıdır.” (s. 235)

“Dağda kendi başına hayvanlarını otlatan yaşlı kadını ‘Neden maske takmıyorsun?’ diyerek uyaran jandarmanın videosu oldukça trajikomikti. Akşama kadar toz, toprak, salya, sümük ile şekilde şekle giren maskenin içine nasıl oluyorsa sadece koronavirüs giremiyordu!” (s.241)

“Sonuç olarak, dünyayı ifsad etme, insanları daha kolay yönetilebilir köleler hâline getirme amacındaki dünya ekâbirlerinin amaçlarına ulaşabilmek için tıbbı ve sağlığı en büyük silah olarak kullanmaları mide bulandırıcıdır. Asıl üzücü olan ise, bu zayıf hileleri ile peşlerinden sürüklediği milyarlarca düşünmeyen, akletmeyen insan yığını ile aynı gemide olmaktır.” (s. 244)

“Aşı bilim dünyasının (Blogcunun notu: bilim dininin) kutsallarındandır. Aşı ile hastalığı önleme mantığı aslında bir teoriden öteye gitmese de yine de bu teoriye karşı gelen doktorlar; çalışmalarına, uzmanlıklarına bakılmadan tıp dünyası tarafından alaya alınır, aforoz edilir. Aşı dokunulmazdır, yoruma açık değildir. Aşı hakkında soru sormak bile cehalettir birçoğunun gözünde. Ama bir kere merak edip ‘Neler dönüyor?’ sorusunu sorabilmek önemlidir.” (s. 261)

“Yalnız aşılar kendi başlarına sadece mikroptan oluşmuyordu. İçerisinde bu zayıflatılmış mikrobun üretilerek aşıda kullanılabilmesi için maymun, domuz, inek, tavuk gibi hayvanların hücrelerinin bulunduğu kültürler kullanıldı. Üretilen mikroplar kültürden alınıp aşı flakonuna aktarılırken, kültüre ait DNA parçaları da numuneye karışır. Dolayısıyla kişiye zerk edilen aşının içerisinde bu hayvanlara ait DNA parçaları da kana verilmiş oldu. Ayrıca yine koruyucu olması ve etki etmesine yardımcı olmak amacıyla civa, alüminyum gibi ağır metaller de aşıların içerisine katıldı. Burada sorunlar baş göstermeye başladı.” (s.260)

“Çocuklarımızın televizyonlarla nasıl hipnoz edilip yönetildiğini görmüyor muyuz? Aşıdan önce, çocuklarımızın beyinlerini dumura uğratan, çöp tenekesine çeviren eğitim sistemlerini sorgulamalıyız. Çocuk ağlamasın diye ağzına cips, eline akıllı telefon verdikten sonra, aşıların çocukların zihinlerini etki altına aldığını konuşmak tutarsızlık…” (s.270)

“Özgür bir şekilde düşünmeye izin verilmiyor. Devlet kontrolünde tek tip eğitim, diyanet kontrolünde din, yine üstten kontrol edilen tek tip medya ile tek tip zihinler oluşturulmak isteniyor. Böylece yığınlar ‘köle’ isminin rahatsız edici tınısına takılmadan hizmet etmeye devam ediyorlar.

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

İşte buna modern kölelik diyoruz. İnsanlık belki zincirlerle bağlanmıyor, bir yerlerde hapsedilmiyor ancak günlerinin tamamını çalışmakla geçiriyorlar, düşünmeye fırsat bulamıyorlar, bu kadar çalışmalarının karşılığında verilen az miktar para, ağır vergilerle kendilerinden geri alınıyor. Böylece bu yalancı döngü ile insanlar gizli köleler hâline getiriliyor.” (s.271)

“Aşk diye bir terim kutsallaştırıldı. Sahi Müslüman olduğunu iddia eden herkese sormak gerek, ‘aşk’ kavramını hangi ayet ya da hadiste duydunuz? Tüm çizgi filmler, sinema filmleri, diziler, tiyatroların vazgeçilmez teması ‘aşk’ değil mi? Gözümüzün içine yıllardır o kadar soktular ki, artık evli olmayan bir çiftin el ele tutuşması hemen herkes için normal bir hâle geldi. Normalleştirme aşama aşama devam etti., her çıkan film ‘daha cesur’ idi. Bu şekilde toplum dönüştürüldü, zina yaygınlaştırıldı. Yıl 2022 olduğunda, sokakta alenen zina edenleri medyada her gün duymaya başladık. Kıyametin alametlerinin birer birer önümüze çıkması sürpriz değil.” (s274-275)

“Hayatın her alanında fıtrata en uygun düzen bellidir: Allah azze ve celle’nin emrettiği ve Resul’unun örneklendirdiği aile hayatı…’Atalarımın yolunda giderim, geleneklerden şaşama’ zihniyetinde olan aileler gibi, her daim moda akımların peşinden gitmeye çalışan sözde modern aileler de bu denegeyi gözetmediği sürece yanılmaya ve hata etmeye devam edeceklerdir.” (s.282)

“Gerçek bilgelik, sunulan moda akımları takip ederek istenilen formda sürekli güncellemek değil, şeytanın ve uşaklarının tuzaklarına karşı, kendisini ve ailesini koruyabilecek dik duruşu gösterebilmek, bunun için de bu tuzakları en iyi şekilde fark ederek kendisinden ve etrafından def edebilmektir.” (s. 283)

“Doğru olan Allah azze ve celle’nin hastalıkları ya bunu kullarını imtihan etmek adına sebepsiz yere ya da kullarının yaptıkları cürümleri affetmek adına bir vesile olarak vermesiydi. Emanet olarak kendilerine bahşedilen vücuda kendi elleriyle hunharca davranmaları da çoğu zaman hastalık için sebepti. Aynı şekilde şifayı da Allah azze ve celle verirdi ve bu bölüştürülebilen, başka varlıklara da lütfedilmiş bir yetki değildi. Eğer insan şifayı başka kaynakta ararsa Allah azze ve celle’ye şirk koşmuş, haram olan nesnelerde ararsa Allah’a isyan etmiş olurdu. Şeytan için vazgeçilmez bir alandı sağlık alanı bu yüzden.” (s.285)

“İşte maddeci anlayışın dünya hayatına ve maddeci tıbbın da alt başlık olarak insan sağlığına bakışı bu denli sakattır. Oysaki doğru olan anlayış; kurulmuş muazzam sistemde oynamalar olduğunda, yani hastalıklar ortaya çıktığında, başka yerleri de oynayıp işi içinden çıkılmaz hâle getirmek değil, bu düzeni nahif bir elle, hafif dokunuşlarla ve sistemin sahibinin de yardımını alarak eski hâline getirme çabasıdır.” (s.288)

“Sihirbazların bir toplumdaki en önemli görevi eğriyi doğru, doğruyu eğri göstererek, yapmadıklarını yapmış gibi göstererek insanları aldatmak, kendilerine hayran bırakmak, etkilemek ve bu yolla da zihinlerini kontrol altına almaktır. Kralların en sevdiği yardımcılarındandır sihirbazlar….(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut) Eğer birisi bir gün beş dakika tefekkür eder de: ‘ Bu kral da bizim gibi bir insan, yemek yer, defi hacet için tuvalete gider’ gibisinden “TERÖRİST” düşüncelere kapılır da kralın insanlara uygun gördüğü ‘dini’ sorgulamaya başlarsa, bu krallığın akıbeti açısından tehlike oluşturacağından hiç hoş görülmez. Sihirbazların devreye girdiği nokta da budur. Nitekim TAĞUTLARIN Kur’an’daki temsili olan Firavun’un da yardımcılarından en gözde makamlardan birini bu sihirbazlar dolduruyordu.” (s293-294)

“Sahi vücutlarınız sahte gıdalarla hasta edilirken hasta bedenler ve zihinlerle Allah’ın sizin için çizmiş olduğu idealleri gerçekleştirebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Bizleri köle olarak gören, iş gücümüzden faydalanan her türlü ticaretimize ortak olup bizle beraber asalak gibi kazanan, vergilerle sırtımızı ezen Firavunların size layık gördükleri ama kendileri yemedikleri besinlere, hürriyete rağmen tamah mı edeceksiniz?” (s.312)

-ALINTILARIN SONU-

Tüm altını çizdiğim kısımları paylaşmamak için kendimi zor tuttum. Kitabın son sayfalarını mutlaka okumalısınız. 285. sayfadan başlayan “Şifa Kavramı” ve bir sonraki bölüm olan “Ölçüler ve Sonuç” kısımları mutlaka okunmalı. Kitaplığınızda bu kitap mutlaka yer almalı. Eşe dosta tavsiye etmeli, ödünç vermelisiniz. Çocuklarınıza anlayacakları dilde anlatmalısınız.

Kitabı satın almak için:

  1. Dr. Bekir Tok’un kendi sitesi: https://www.fitriurunlerpazari.com/tibbin-ifsadi-dr.-bekir-tok
  2. Kitapyurdu: https://www.kitapyurdu.com/kitap/tibbin-ifsadi/627461.html

“İsveç’te Kuran’ın Yakılma Meselesi”

Aşağıdaki yazı Necati Koçkesen’e aittir.

Bir noktada farklı görüşümü belirtmek isterim. İsveç olsun başka kâfir bir ülke olsun elbette İncil’in ya da Tevrat’ın yakılmasına da müsaade eder. Çünkü bu devletlerin esas dini SATANİZM’dir. Yani Şeytan lanetullahi aleyh’in dinidir. Şeytan ise Allah’ın ve dininin baş düşmanı olduğundan bu devletlerin sadece İslâm’a değil Hristiyanlığa ve Yahudiliğe de düşmanlıkları vardır.

Evet şu anda Allah’ın kelamına, Allah’ın dinine saldıranlarla cihat edebilme imkânı sağlayacak bir İslâm devleti bulunmuyor. Rabbimizden niyazımız, biz Müslimlere huzur, selamet ve esenlik içinde yaşayabileceğimiz; düşmanları ile devlet olarak mücadele edebileceğimiz bir İslâm devleti nasip etmesidir.

Necati Koçkesen’den alıntı başlangıcı:

“Bilinsin ki, kâfir vardır, inanmaz, Allah ve âhiret inancı yoktur ama başka inançlara da düşmanlık yapmaz. Fakat bir de kâfir vardır ki, İslam’a ve müslümanlara azılı düşmandır. Müslümanların başarısızlığı için, onların yok olması veya yok olmasalar da devamlı zulüm ve işkence altında olmaları için elinden gelen bütün çabayı gösterir.

İsveç’teki Kur’an yakma olayı da böyle bir olaydır. Bir kâfir Kur’an yakıyor ama hükümeti de polislerle etrafını çevirmiş, onun Kur’an’ı rahatça yakması için onu koruma altına almış. Bu da şu demek oluyor ki, aslında Kur’an’ı yaktıran İsveç devleti ve hükümetidir. Neymiş, efendim ülkelerinde demokrasi varmış ve her türlü fikre saygıları varmış. Haydi ordan kâfir oğlu kâfirler!

Bizler ne İncil ne de Tevrat yakmayız da, şâyet herhangi bir kimse senin ülkende herhangi bir meydanda incil yakma eyleminde bulunmak istese ona da fikir özgürlüğü diyerek aynı musâmahâyı gösterecek misin? Onun da incili rahatça yakabilmesi için etrafını polislerle çevirip koruma altına alacak mısın?

Şimdi gelelim sözde İslam devletlerine(!) Onlar da beylik kınamalarla vakit geçiriyorlar ve halklarının gazlarını alıyorlar. Eğer sizlerde biraz İslam inancı olsa idi hemen o İsveç denilen haydut devletle bütün ilişkilerinizi keser, büyük elçilerinizi hemen çeker, onların büyükelçilerini de hemen sınırdışı ederdiniz. Nerde sizlerde o hamiyet? Siz sabun köpüğü gibi çıkışlarınızla sâdece müslüman halkın gazını almak istersiniz o kadar.

İsveç NATO’ya girmek istemesine rağmen ve Türkiye kendisine onay vermesi için bazı şartlar ileri sürmesine rağmen İslam’a ve müslümanlara karşı düşmance tutumundan hiç tâviz vermediği gibi daha da artırarak devam ediyor. Neden? Çünkü Türkiye’yi hiç takmıyorlar da ondan. Yani demek istiyorlar ki, sen ne kadar bağırıp çağırsan da bir hiçsin. Nato demek Amerika demektir ve Amerika istediği zaman ben girerim. Amerika sana emrettiği zaman kuzu kuzu onaylarsın. Evet, İsveç bunu demek istiyor. Bunun en büyük delili de Amerika’dan ve Nato’dan bu konuda hiç bir tepki gelmemesi, İsveç’in bütün islam düşmanlığına göz yummaları. Çünkü onlar da İsveç gibiler. İslam düşmanlığında hiç bir farkları yoktur. Göreceksiniz, bizimkiler de eninde sonunda İsveç ve Finlandiya’nın Nato’ya girmesine onay vereceklerdir.

Şimdi de biz müslümanlara bir şeyler diyeyim. Bilesiniz ki, Kur’an’ı yakan o kâfir isveçlidir ama esasında o Kur’an’ı yaktıran bizleriz. Yâni bizlerin güçsüzlüğü ve küfür sistemleri altındaki esâretimizdir. Eğer bizler güçlü olsa idik, hiç bir kâfir Kur’an’ımızı yakamazdı. Yaksaydı da hemen cezasını bulurdu. İslam’da Allah’a, Kur’an’a, peygamberlere ve islamın mubârek saydığı şeylere hakâretin cezası ölümdür. Yâni bir islam devleti olsaydı onların yaşama hakkı yoktu.

Bizler böyle esâret uykusunda uyumaya devam ettiğimiz sürece daha çokları gözlerimizin içine baka baka Allah’ımıza, kitabımıza, peygamberimize hakâret eder de bizler de böyle mayıl mayıl bakarız. Bir iki gün saman alevi gibi şöyle bir parlar sonra da yine duruluruz ve her şeyi unuturuz.

Ey ümmeti Muhammed, şu yattığınız ölüm uykusundan uyanın artık!”