Kitap Tavsiyesi: “Tıbbın İfsadı”

Kabal’ın (dünyayı yöneten bir avuç satanist ailenin) her alanda olduğu gibi; tıp, gıda, sağlık alanlarında da insanları köleleştirme ve kapitalizm çarkları arasında ezme projelerine dair detaylı bilgiler, açıklamalar içeren muhteşem bir kitap.

Yazarı muvahhid Dr. Bekir Tok. Allah’a hamdolsun, Yüce Allah’a şirk koşmayan, tevhid ehli doktorların sayısı artıyor. Dr. Bekir Tok Covid yalandemisinde de, onun öncesinde de hakkı haykırmaktan hiçbir zaman çekinmemiş ahlâklı, vicdanlı ve bağımsız bir doktor. İşte bu sebeple TV doktorlarının değil, bu doktorun söylediklerini can kulağıyla dinlemelisiniz. Kabal’ın hipnozundan uyandırmak istediğiniz yakınlarınıza bu kitabı okutmalısınız.

Dr. Bekir Tok, benim de blogumda ifade etmeye çalıştığım gerçekleri anlatıyor kitabında. Şeytan ve avaneleri tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan dünya düzeni insanlığın hayrına değil. İnsanlığı maddi ve manevi olarak sömürmek, köleleştirmek ve Yüce Yaratıcı’ya şirk koşturmak üzere kurulmuş bir düzen. Şeytan aleyhillâne verdiği söze sadık, insanlığı saptırmak için elinden gelen çabayı gösteriyor.

Bu şeytani oyunlara kanıp da şirk bataklığına düşmemek için ise okumamız, araştırmamız, sorgulamamız ve sadece Allah azze ve celle’den yardım istememiz gerekiyor. Dünyada ve ülkelerde kurulu şeytani sistemden elinden geldiğince uzak durmaya çalışan kullarına Allah yardım edip kolaylaştıracaktır.

Kitaptan bazı alıntılarla sizi baş başa bırakıyorum. Aynı konulara değindiğim blog yazılarıma linkler’i de ekledim.

-ALINTILARIN BAŞLANGICI-

Rockefeller ailesini duymuşsunuzdur.; 19. yüzyılın sonlarında kurdukları Standard Oil şirketi ile adlarını duyuran bu aile, buradan yola çıkarak; tarım, eğitim, siyaset, tıp gibi bir çok alanda ahtapot gibi kolları dünyayı sarmış, ülkeleri ve yöneticilerini istediği gibi parmaklarında oynatmıştır. Bunun gibi Rothschild ailesi ile Bill Gates gibi isimler ve son meşhur isim Elon Musk gibiler; dünya siyasetini ellerinde bulundurdukları servet ve güç ile istedikleri gibi yönetir olmuşlardır. Bugün hangi taşı kaldırsanız, hangi şirketi araştırsanız bu aileler karşınıza çıkmaktadır. Görünen o ki, şeytani düzeni kuran, devam ettiren, birçok alanda istedikleri gibi at koşturan isimler bunlar. Asrımız ulus devletleri bu isimlerin yeryüzündeki emellerini rahatça gerçekleştirebilmek için onlara maşa görevi görüyor.” (s. 45)

“Doğa gezilerinin yerini AVM gezileri aldı. Saatsiz ve penceresiz AVM’lerde sinema, yemek, mağaza üçgeninde dolanarak mutlu olunur sandık. Sinemada beynimizi, yemekte bedenimizi,mağazada nafakamızı kirlettik. Dağda, ağaç altında temiz bir nefese, AVM’nin esans (blogcunun notu: “esans” değil “sentetik parfüm” olsa daha iyi olurmuş) kokularını ve radyasyon dalgalarını terchi ettik.” (s.65)

“Son yüzyılın fesad düzeni; şeytanın on binlerce yıllık tecrübesi ve ustalığı ile hazırlandı. Kendi vurup kendi ağlayan, sahneyi yazıp oyuncuyu eleştiren bir düzen bu; tavşana kaç, tazıya tut diyen… Nasıl mı?

Faizi serbest bırakır, her köşe başına banka açar, bankaya uğramayacak birini bile maaş bahanesiyle bankayla barıştırır; sonra faiz bataklığına batan insanları camilerde ‘Faiz haramdır.’ diye uyarır.

Kumar ‘Milli Piyango’ adı altında bizzat devlet tarafından oynatılır. Her yerde kumar resmi-gayrıresmi yaygınlaştırılır, sonra televizyonda kumarın haram olduğunu anlattırır düzenin hocalarına.

Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten çıkarır; diziler ve filmler aracılığıyla şiddete, çıplaklığa ve zinaya özendirir, kadını her yerde ticari obje olarak kullanır… Sonra ‘Kahrolsun kadına şiddet’ diye bağırır televizyonlardan…

Genelevlerini resmi olarak işletir, polislerini başına diker, doktorları ile düzenli muayenelerini yaptırır… Sonra ‘Aile toplumun yapı taşıdır.’ der…

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

Uyuşturucu baronlarını alttan alta destekler, milyar dolarlık ticaret ağlarına göz yumar, arada bir baskınla devede kulak denebilecek bir miktarı yakalayıp ‘Uyuşturucu ile mücadele ediyoruz’ der…

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

Memleketi küresel dev firmalar parsellerken, çıkıp televizyonlarda ‘yerli üretim’ nutukları attırır bu düzen…

Memleketin her karışına (blogcunun notu: “yabancı”) askeri üsler inşa edilirken, bağımsızlığın ne kadar önemli olduğu yazar okul ders kitaplarında…

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

Ekini ve nesli ifsad ederken, ‘Biz ıslah ediciyiz’ der kısaca bu düzen…

İşte bu düzenin sistemsel bir parçası olan ‘demokrasi’ ile, tüm insanlığa bu projelerin ve ifsadın bir parçası olma yolu açılır. İnsanlık, seçtiği vekilleri aracılığıyla istemeden de olsa bu düzenin bir parçası hâline gelir. İslâmi söylemlerle yöneticiliğe vekâlet istense bile, bu kara deliğe girişin cicili ambalajla süslenmiş bir paketidir bu yöntem. Zira bu sisteme biat etmeden en ufak taşraya bile yönetici olmanıza katiyen izin verilmemektedir.” (s.74)

“Yeni Dünya Düzeni; Allah’ın şu son birkaç yüzyılda, insanları imtihan etmek için mücrimlere ‘es-Sabur’ ismiyle verdiği mühletin neticesinde kurulmuş ifsad düzeni… Allah azze ve celle insan bu mühleti verince tüm âlem çamurdan yaratılan basit bir varlığın ne kadar azgınlaşabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini daha iyi görmüş oldu. Sonuçta bu kadar karmaşık bir düzenin temelinde basit bir gerçek yatmaktadır: dünya hırsı…(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut) Sonsuz yaşama arzusu, daha çok kazanma duygusu; hiç şüphesiz aynı vaadlerle atamız Âdem (as)’ı kandıranşeytanın bu düzenin mimarı olduğunu gösterir.”(s75-76)

“Yediğimiz içtiğimiz ürünlerin mümkün olduğunca piyasadakilerin en doğalı olmasına özen gösterelim.(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut) Bunu ibadetlerden zevk alabilmek, dünyevi ve uhrevi görevlerimizi daha zinde ve kolay gerçekleştirebilmek için yapmamız gerek. (Blogcunun notu: aynı zamanda Allah’ın tevhid üzere yarattığı fıtratımızı koruyabilmek için de)… İçinde muhtemelen haram maddeler bulunan ve dolayısıyla yenmesi de şüpheli olan maddeleri tükettiğimiz ve bu problemi de önemsemediğimiz hâlde ne kadar takvadan söz edebiliriz?” (s.133)

“Çocuklarının ufacık burnu aksın, ufacık ateşi çıksın soluğu hastanede alan aileler çocuklarına büyük kötülük yapıyor.” (s.149)

“İnsan hayatta yaşadığı zorluklar, kötü anılar, eziyetlerle vardır. Kiminin imtihanı ağır, kimininki hafiftir, Düşünsenize Peygamberimiz Muhammed (sav)’in hayatı boyunca çektiği sıkıntıları? Sahabenin…Onlar da mı antidepresan kullanmalıydı? Hayır, tam da yukarıda bahsettiğim gibi, her iki dünyada da insanı mutlu edecek ve çektiği zahmetleri ona rahmet kılacak olan doğru temeller üzerine oturmuş bir inançtır. Bu olduktan sonra Eyyub (as) gibi en ağır hastalıklara da müptela olsanız, çoluğunuzu çocuğunuzu kaybetseniz, siz yine de sığınacağınız kapıyı bulabilirsiniz.” (s. 178)

“Adı üstünde bunlar ‘ruh sağlığı’ hastalıkları. Maddi hastalıklar değil. Bunlar tavuklar gibi insanların köleleştirilmesi, idealsizleştirilmesi, doğal yaşamından ve ortamından koparılması, hep kendisinden üstte olan yaşamlara özendirilmesi, fıtratına en uygun din olan İslâm’ın terbiyesinden uzak kalınması neticesinde ortaya çıkan hastalıklar olduğu için öncelikli olarak bu kısır döngüden kurtulmanın yollarına bakmak gerek.” (s.179)

“Hep bahsettiğimiz gibi tüm bozgunların sebebi şeytan. Bozgun/fesad, bir zincir şeklinde ona tabi olanlar aracılığıyla ilerlemekte. İnsanlık topluca Allah’ın ipine sarılmak yerine şeytanın tahakkümüne razı olduğunda çorap söküğü gibi topraktan semaya tüm varlıklar ifsad çarkını döndürmeye başlamakta.” (s.187-188)

“Şeytanın en büyük amacı ne para, ne insanların kısır olması, ne de mülk mevki vb.dir. Şeytanın en büyük amacı daha çok insan Allah’a kendisi gibi başkaldırsın, daha çok insan Allah’ın ebedi azabında kendisine arkadaş olsundur.” (s.189)

“Buraya kadar yeryüzünde şeytanın temsilciliğini yapan bu güçler kazandı, insanoğlu onların köleliğini yaptı, hatta insanlığı zehirledikleri ürünleri imal eden fabrikalarda bile onlara kölelik etti. Doğal olarak -manevi anlamda- kalbi kararan insanoğlunun sağlığı da bozuldu. Bu sefer sağlığı düzeltmeyi, hastalıklara şifa dağıtmayı da sözde üstlenen bu sistem; bir çark da bu büyük çarka ekledi, böylece hem insanların fıtratını bozarken, hem de onları iyileştirdiğini iddia ederek servetler kazandı. Keşke iyileştirseydi, ama amacı iyileştirmek de değildi, çünkü iyi ve sıhhatli olan insanlar onlara müşteri değildi. Bu yüzden ilaçlar, tedavi etmesi için değil; anlık olarak rahatlatıp, hastalığı sürdürecek şekilde tasarlandı.” (s.189)

“Devlet bir şekilde ya ‘sağlık’ adına ya da başka kalemler adına halktan topladığı milyarları bu ilaç firmalarına dolaylı yoldan ulaştırmış oluyor. Neden her içtiğimiz, yediğimiz, giydiğimizin yarısı vergi; neden aldığımız arabaya yüzde yüzden fazla vergi konuluyor ve neden yakıtı bu kadar pahalı kullanıyoruz sorularının cevabı burada yatıyor. Vergi adı altında bir de ‘kutsal’ ibaresi yapıştırılarak sağlık sektöründe olduğu gibi her sektördeki para babaları bu şekilde zavallı halkların sırtlarından adeta bir sülük gibi geçiniyorlar.” (s.208)

“Kızamık aşısı olmayan çocukta en ufak kızarıklık görse çocuk doktorları hemen ‘Gördün mü bak çocuğun kızamık oldu, şimdi bundan dolayı ölse ne olacak?’ deyip, ‘Hemen kızamık aşısı yapmalıyız.’ diyerek aileyi baskı altına alması çokça duyduğum yaşanmış olaylar. Bu tarz olaylarda yanlış teşhis söyleyerek aileyi korkutma, kızamık gibi bir hastalığın ölüm oranı çok daha düşük olmasına rağmen sanki her hasta olan ölüyormuş izlenimi uyandırma, tıbbi bir uygulamayı psikolojik baskı ile dayatma gibi birçok yanlış var. Teşhis doğru olsa bile hastalık anında tekrar aşı yapmanın gereksiz olması da ayrı bir facia. Tıbbın çoğu zaman ‘dogma’lara bel bağladığı ve bağnazca savunulan gelenekleri barındırdığını gösteren bir sahnedir bu.” (s.213)

“Modern tıp, organların bozulmasını önlemek ya da bozulmuşu tedavi etmek yerine, yerinden çıkarmayı çoğu zaman tercih ediyor.” (s.213)

“Türkiye’de ilaçların etkinliklerini ve fiyatlarını, gerekli olup olmadığını kim, nasıl denetliyor, denetleyenlerin yetkinlikleri nasıl ve bunları etkileyen, suistimale zorlayan odakların olup olmadığı karanlıktır.”(s.229) (Blogcunun notu: Bu konu hakkında delilleriyle gerçekleri görmek isteyenler Soner Yalçın’ın SAKLI SEÇİLMİŞLER ve KARA KUTU isimli kitaplarını okuyabilir)

“Bir de şu algı vardır ki, empati yapmakta fayda var: Koca koca tıp kitaplarında gribal enfeksiyonların tedavisinde ada çayı bahsedilmezken, halkın gelip de ‘Kullanalım mı?’ sorusu cahilce(!)dir. Ne yani koskoca bilim bunu bulamamış da basit bir köylü mü iyi geleceğini iddia ediyor. Oysa bitkilerle ilgili veya diğer geleneksel tedavilerle ilgili çalışma yapan bağımsız kaynaklar da vardır; ancak tıp kitaplarını ve protokollerini belirleyen camialar bunları dikkate alacak kadar saf değildir.

Bunun bir sebebi tabiatta doğal hâlde bulunan bir bitkinin patentlenemeyeceği gerçeği ve buna bağlı olarak Allah’ın arzında birçok yerde biten bu bitkilerin kazanç kapısı olmamasıdır.” (s. 235)

“Dağda kendi başına hayvanlarını otlatan yaşlı kadını ‘Neden maske takmıyorsun?’ diyerek uyaran jandarmanın videosu oldukça trajikomikti. Akşama kadar toz, toprak, salya, sümük ile şekilde şekle giren maskenin içine nasıl oluyorsa sadece koronavirüs giremiyordu!” (s.241)

“Sonuç olarak, dünyayı ifsad etme, insanları daha kolay yönetilebilir köleler hâline getirme amacındaki dünya ekâbirlerinin amaçlarına ulaşabilmek için tıbbı ve sağlığı en büyük silah olarak kullanmaları mide bulandırıcıdır. Asıl üzücü olan ise, bu zayıf hileleri ile peşlerinden sürüklediği milyarlarca düşünmeyen, akletmeyen insan yığını ile aynı gemide olmaktır.” (s. 244)

“Aşı bilim dünyasının (Blogcunun notu: bilim dininin) kutsallarındandır. Aşı ile hastalığı önleme mantığı aslında bir teoriden öteye gitmese de yine de bu teoriye karşı gelen doktorlar; çalışmalarına, uzmanlıklarına bakılmadan tıp dünyası tarafından alaya alınır, aforoz edilir. Aşı dokunulmazdır, yoruma açık değildir. Aşı hakkında soru sormak bile cehalettir birçoğunun gözünde. Ama bir kere merak edip ‘Neler dönüyor?’ sorusunu sorabilmek önemlidir.” (s. 261)

“Yalnız aşılar kendi başlarına sadece mikroptan oluşmuyordu. İçerisinde bu zayıflatılmış mikrobun üretilerek aşıda kullanılabilmesi için maymun, domuz, inek, tavuk gibi hayvanların hücrelerinin bulunduğu kültürler kullanıldı. Üretilen mikroplar kültürden alınıp aşı flakonuna aktarılırken, kültüre ait DNA parçaları da numuneye karışır. Dolayısıyla kişiye zerk edilen aşının içerisinde bu hayvanlara ait DNA parçaları da kana verilmiş oldu. Ayrıca yine koruyucu olması ve etki etmesine yardımcı olmak amacıyla civa, alüminyum gibi ağır metaller de aşıların içerisine katıldı. Burada sorunlar baş göstermeye başladı.” (s.260)

“Çocuklarımızın televizyonlarla nasıl hipnoz edilip yönetildiğini görmüyor muyuz? Aşıdan önce, çocuklarımızın beyinlerini dumura uğratan, çöp tenekesine çeviren eğitim sistemlerini sorgulamalıyız. Çocuk ağlamasın diye ağzına cips, eline akıllı telefon verdikten sonra, aşıların çocukların zihinlerini etki altına aldığını konuşmak tutarsızlık…” (s.270)

“Özgür bir şekilde düşünmeye izin verilmiyor. Devlet kontrolünde tek tip eğitim, diyanet kontrolünde din, yine üstten kontrol edilen tek tip medya ile tek tip zihinler oluşturulmak isteniyor. Böylece yığınlar ‘köle’ isminin rahatsız edici tınısına takılmadan hizmet etmeye devam ediyorlar.

(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut)

İşte buna modern kölelik diyoruz. İnsanlık belki zincirlerle bağlanmıyor, bir yerlerde hapsedilmiyor ancak günlerinin tamamını çalışmakla geçiriyorlar, düşünmeye fırsat bulamıyorlar, bu kadar çalışmalarının karşılığında verilen az miktar para, ağır vergilerle kendilerinden geri alınıyor. Böylece bu yalancı döngü ile insanlar gizli köleler hâline getiriliyor.” (s.271)

“Aşk diye bir terim kutsallaştırıldı. Sahi Müslüman olduğunu iddia eden herkese sormak gerek, ‘aşk’ kavramını hangi ayet ya da hadiste duydunuz? Tüm çizgi filmler, sinema filmleri, diziler, tiyatroların vazgeçilmez teması ‘aşk’ değil mi? Gözümüzün içine yıllardır o kadar soktular ki, artık evli olmayan bir çiftin el ele tutuşması hemen herkes için normal bir hâle geldi. Normalleştirme aşama aşama devam etti., her çıkan film ‘daha cesur’ idi. Bu şekilde toplum dönüştürüldü, zina yaygınlaştırıldı. Yıl 2022 olduğunda, sokakta alenen zina edenleri medyada her gün duymaya başladık. Kıyametin alametlerinin birer birer önümüze çıkması sürpriz değil.” (s274-275)

“Hayatın her alanında fıtrata en uygun düzen bellidir: Allah azze ve celle’nin emrettiği ve Resul’unun örneklendirdiği aile hayatı…’Atalarımın yolunda giderim, geleneklerden şaşama’ zihniyetinde olan aileler gibi, her daim moda akımların peşinden gitmeye çalışan sözde modern aileler de bu denegeyi gözetmediği sürece yanılmaya ve hata etmeye devam edeceklerdir.” (s.282)

“Gerçek bilgelik, sunulan moda akımları takip ederek istenilen formda sürekli güncellemek değil, şeytanın ve uşaklarının tuzaklarına karşı, kendisini ve ailesini koruyabilecek dik duruşu gösterebilmek, bunun için de bu tuzakları en iyi şekilde fark ederek kendisinden ve etrafından def edebilmektir.” (s. 283)

“Doğru olan Allah azze ve celle’nin hastalıkları ya bunu kullarını imtihan etmek adına sebepsiz yere ya da kullarının yaptıkları cürümleri affetmek adına bir vesile olarak vermesiydi. Emanet olarak kendilerine bahşedilen vücuda kendi elleriyle hunharca davranmaları da çoğu zaman hastalık için sebepti. Aynı şekilde şifayı da Allah azze ve celle verirdi ve bu bölüştürülebilen, başka varlıklara da lütfedilmiş bir yetki değildi. Eğer insan şifayı başka kaynakta ararsa Allah azze ve celle’ye şirk koşmuş, haram olan nesnelerde ararsa Allah’a isyan etmiş olurdu. Şeytan için vazgeçilmez bir alandı sağlık alanı bu yüzden.” (s.285)

“İşte maddeci anlayışın dünya hayatına ve maddeci tıbbın da alt başlık olarak insan sağlığına bakışı bu denli sakattır. Oysaki doğru olan anlayış; kurulmuş muazzam sistemde oynamalar olduğunda, yani hastalıklar ortaya çıktığında, başka yerleri de oynayıp işi içinden çıkılmaz hâle getirmek değil, bu düzeni nahif bir elle, hafif dokunuşlarla ve sistemin sahibinin de yardımını alarak eski hâline getirme çabasıdır.” (s.288)

“Sihirbazların bir toplumdaki en önemli görevi eğriyi doğru, doğruyu eğri göstererek, yapmadıklarını yapmış gibi göstererek insanları aldatmak, kendilerine hayran bırakmak, etkilemek ve bu yolla da zihinlerini kontrol altına almaktır. Kralların en sevdiği yardımcılarındandır sihirbazlar….(Blogcunun notu: Atladığım kısımlar mevcut) Eğer birisi bir gün beş dakika tefekkür eder de: ‘ Bu kral da bizim gibi bir insan, yemek yer, defi hacet için tuvalete gider’ gibisinden “TERÖRİST” düşüncelere kapılır da kralın insanlara uygun gördüğü ‘dini’ sorgulamaya başlarsa, bu krallığın akıbeti açısından tehlike oluşturacağından hiç hoş görülmez. Sihirbazların devreye girdiği nokta da budur. Nitekim TAĞUTLARIN Kur’an’daki temsili olan Firavun’un da yardımcılarından en gözde makamlardan birini bu sihirbazlar dolduruyordu.” (s293-294)

“Sahi vücutlarınız sahte gıdalarla hasta edilirken hasta bedenler ve zihinlerle Allah’ın sizin için çizmiş olduğu idealleri gerçekleştirebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Bizleri köle olarak gören, iş gücümüzden faydalanan her türlü ticaretimize ortak olup bizle beraber asalak gibi kazanan, vergilerle sırtımızı ezen Firavunların size layık gördükleri ama kendileri yemedikleri besinlere, hürriyete rağmen tamah mı edeceksiniz?” (s.312)

-ALINTILARIN SONU-

Tüm altını çizdiğim kısımları paylaşmamak için kendimi zor tuttum. Kitabın son sayfalarını mutlaka okumalısınız. 285. sayfadan başlayan “Şifa Kavramı” ve bir sonraki bölüm olan “Ölçüler ve Sonuç” kısımları mutlaka okunmalı. Kitaplığınızda bu kitap mutlaka yer almalı. Eşe dosta tavsiye etmeli, ödünç vermelisiniz. Çocuklarınıza anlayacakları dilde anlatmalısınız.

Kitabı satın almak için:

  1. Dr. Bekir Tok’un kendi sitesi: https://www.fitriurunlerpazari.com/tibbin-ifsadi-dr.-bekir-tok
  2. Kitapyurdu: https://www.kitapyurdu.com/kitap/tibbin-ifsadi/627461.html

“İsveç’te Kuran’ın Yakılma Meselesi”

Aşağıdaki yazı Necati Koçkesen’e aittir.

Bir noktada farklı görüşümü belirtmek isterim. İsveç olsun başka kâfir bir ülke olsun elbette İncil’in ya da Tevrat’ın yakılmasına da müsaade eder. Çünkü bu devletlerin esas dini SATANİZM’dir. Yani Şeytan lanetullahi aleyh’in dinidir. Şeytan ise Allah’ın ve dininin baş düşmanı olduğundan bu devletlerin sadece İslâm’a değil Hristiyanlığa ve Yahudiliğe de düşmanlıkları vardır.

Evet şu anda Allah’ın kelamına, Allah’ın dinine saldıranlarla cihat edebilme imkânı sağlayacak bir İslâm devleti bulunmuyor. Rabbimizden niyazımız, biz Müslimlere huzur, selamet ve esenlik içinde yaşayabileceğimiz; düşmanları ile devlet olarak mücadele edebileceğimiz bir İslâm devleti nasip etmesidir.

Necati Koçkesen’den alıntı başlangıcı:

“Bilinsin ki, kâfir vardır, inanmaz, Allah ve âhiret inancı yoktur ama başka inançlara da düşmanlık yapmaz. Fakat bir de kâfir vardır ki, İslam’a ve müslümanlara azılı düşmandır. Müslümanların başarısızlığı için, onların yok olması veya yok olmasalar da devamlı zulüm ve işkence altında olmaları için elinden gelen bütün çabayı gösterir.

İsveç’teki Kur’an yakma olayı da böyle bir olaydır. Bir kâfir Kur’an yakıyor ama hükümeti de polislerle etrafını çevirmiş, onun Kur’an’ı rahatça yakması için onu koruma altına almış. Bu da şu demek oluyor ki, aslında Kur’an’ı yaktıran İsveç devleti ve hükümetidir. Neymiş, efendim ülkelerinde demokrasi varmış ve her türlü fikre saygıları varmış. Haydi ordan kâfir oğlu kâfirler!

Bizler ne İncil ne de Tevrat yakmayız da, şâyet herhangi bir kimse senin ülkende herhangi bir meydanda incil yakma eyleminde bulunmak istese ona da fikir özgürlüğü diyerek aynı musâmahâyı gösterecek misin? Onun da incili rahatça yakabilmesi için etrafını polislerle çevirip koruma altına alacak mısın?

Şimdi gelelim sözde İslam devletlerine(!) Onlar da beylik kınamalarla vakit geçiriyorlar ve halklarının gazlarını alıyorlar. Eğer sizlerde biraz İslam inancı olsa idi hemen o İsveç denilen haydut devletle bütün ilişkilerinizi keser, büyük elçilerinizi hemen çeker, onların büyükelçilerini de hemen sınırdışı ederdiniz. Nerde sizlerde o hamiyet? Siz sabun köpüğü gibi çıkışlarınızla sâdece müslüman halkın gazını almak istersiniz o kadar.

İsveç NATO’ya girmek istemesine rağmen ve Türkiye kendisine onay vermesi için bazı şartlar ileri sürmesine rağmen İslam’a ve müslümanlara karşı düşmance tutumundan hiç tâviz vermediği gibi daha da artırarak devam ediyor. Neden? Çünkü Türkiye’yi hiç takmıyorlar da ondan. Yani demek istiyorlar ki, sen ne kadar bağırıp çağırsan da bir hiçsin. Nato demek Amerika demektir ve Amerika istediği zaman ben girerim. Amerika sana emrettiği zaman kuzu kuzu onaylarsın. Evet, İsveç bunu demek istiyor. Bunun en büyük delili de Amerika’dan ve Nato’dan bu konuda hiç bir tepki gelmemesi, İsveç’in bütün islam düşmanlığına göz yummaları. Çünkü onlar da İsveç gibiler. İslam düşmanlığında hiç bir farkları yoktur. Göreceksiniz, bizimkiler de eninde sonunda İsveç ve Finlandiya’nın Nato’ya girmesine onay vereceklerdir.

Şimdi de biz müslümanlara bir şeyler diyeyim. Bilesiniz ki, Kur’an’ı yakan o kâfir isveçlidir ama esasında o Kur’an’ı yaktıran bizleriz. Yâni bizlerin güçsüzlüğü ve küfür sistemleri altındaki esâretimizdir. Eğer bizler güçlü olsa idik, hiç bir kâfir Kur’an’ımızı yakamazdı. Yaksaydı da hemen cezasını bulurdu. İslam’da Allah’a, Kur’an’a, peygamberlere ve islamın mubârek saydığı şeylere hakâretin cezası ölümdür. Yâni bir islam devleti olsaydı onların yaşama hakkı yoktu.

Bizler böyle esâret uykusunda uyumaya devam ettiğimiz sürece daha çokları gözlerimizin içine baka baka Allah’ımıza, kitabımıza, peygamberimize hakâret eder de bizler de böyle mayıl mayıl bakarız. Bir iki gün saman alevi gibi şöyle bir parlar sonra da yine duruluruz ve her şeyi unuturuz.

Ey ümmeti Muhammed, şu yattığınız ölüm uykusundan uyanın artık!”

Pfizer ArGe Müdürü’nden BOMBA Gizli Kamera Video’su

Gündeme şimdiye kadar anlattıklarımızı bir defa daha doğrulayacak bomba gibi bir video düştü.

Gizli bir şekilde çalışan gazeteciler (Project Veritas ekibi), Pfizer‘in Stratejik Operasyonlar ve mRNA Bilimsel Planlama Araştırma Geliştirme Müdürü Jordan Trishton Walker ile birden fazla yerde gerçekleştirdikleri sohbetlerde, gizli kamera ile çekim yaparak Pfizer yetkilisinin inanılmaz itiraflarını tüm dünyaya duyurdu. Elbette Pfizer müdürünün söylediği “bana söz ver bunları kimseye anlatmayacaksın” sözlerine rağmen =)

10 dakikalık kısa haberde de göreceğiniz üzere, ahlâk ve vicdan yoksunu, satılmış bilim insanlarına nizami bir örnek sunan Pfizer Arge Müdürü şunları anlatıyor:

  1. “Önceden “aşı” geliştirebilmek adına virüsü alıp laboratuvarda maymunlar üzerinden mutasyona uğratıyoruz. Tabi bu çok tehlikeli bir iş. İnsanlığın başına bela olabilecek yeni mutasyonlara da sebep olabiliriz. Hiç kimse bir farma (ilaç) şirketinin lanet olasıca virüslerle oynamasını istemez. O yüzden gizli davranmamız gerekiyor. İnsanlara bunu söylemiyoruz çünkü hoşlarına gitmeyecektir.”
  2. “Bir çeşit “Gain of Function” çalışması yürütüyoruz. Biz buna “Directed Evolution” diyoruz. Zaten Wuhan’da çıkan ilk virüs de oradaki araştırma laboratuvarının yürüttüğü Gain of Function çalışmaları sonucu ortaya çıkarılmıştı.” (Not 1: Gain of Function demek mikroorganizmaların (bakteri, virüs vb) laboratuvar ortamında genlerinin modifiye edilerek belli özellikler eklenmesi, yani bir çeşit “biyolojik silah” üretme yöntemi demek)(Not 2: Pfizer müdürü doğrudan Gain of Function demiyor çünkü yakın geçmişe kadar bu çalışmalar yasal değildi, sonra ne hikmetse serbest bırakıldı ardından da Covid yalandemisi baş gösterdi! Gain of Function hakkında bilim dünyası asla fikir birliği içinde değil ve pek çok bilim insanı bu çalışmanın asla yapılmaması gerektipğini savunuyor çünkü biyolojik silah üretmenin en etkin yolu Gain of Function araştırmaları. Pfizer yetkilisi Gain of Function’a çok benzer bir çalışma yürüttüklerini ve ismine Directed Evolution dediklerini söylüyor.)
  3. “Devlet yetkilileri için bizim firma “döner kapı” gibi.” (Açıklama: eski devlet görevlilerinin çalıştıkları dönemde iş yürüttükleri özel firmalarca işe alınmasına İngilizce’de “döner kapı” deniyor.)
  4. “Devlette çalıştıkları dönemde bizim çıkardığımız ilaçları, aşıları regüle etmekle görevli olan devlet yetkilileri emekli olduklarında bizim firmamızda işe girebilmek adına bize zarar verecek kararlar vermiyorlar devlette görevlilerken.” (İşte bu tam olarak Devletimin Bana Söylediği Yalanlar ile ilgili. Devlet Big Pharma el ele, hep birlikte ceplerini doldurmaya. Arada vatandaşın sağlığı bozulmuş, kanser olmuş, kalp krizi geçirip ölmüş umurlarında mı!? Devletler-Big Pharma ortaklığı ve işbirliği hakkında daha detaylı bilgi için Dr. Bekir Tok’un “Tıbbın İfsadı” ve Soner Yalçın’ın “Kara Kutu” adlı kitaplarını okuyun. Devletlerin ilaçları test etme ve onaylamakla görevlendirdiği yetkililer ilaç endüstrisi tarafından satın alınmış kişiler oldukları için asla ilaç firmaları aleyhine karar vermezler. Çünkü bu ahlaksız ve vicdansız insanların tek derdi ceplerini daha fazla doldurmaktır.)
  5. “Açıkçası bu durum (devlet-big pharma işbirliği) endüstri için harika bir durum. Ama Amerika’nın geri kalan halkı için ise kötü bir durum.”
  6. “Covid bizim için büyük bir ‘cash cow’ (süt veren inek: yani para kazanmamızı sağlayan bir kapı) ve bir süre öyle olmaya da devam edecek.”

Ahlâklı, vicdanlı ve bağımsız bilim insanı Dr. Robert Malone’un Pfizer müdürü hakkındaki yorumu:

“Bu kişi ahlâki pusuladan tamamen yoksun görünüyor. Yaptığı iş ve bunun insanlar üzerine etkileri konusunda aşırı gururlu, kibirli ve olgunlaşmamış görünüyor. Eğer küresel halk sağlığını etkileyecek kararlar alan, çalışmalar yürüten ve ilaçlar/aşılar çıkaran Pfizer’de çalışanların kalitesi bu kişi gibi ise bu tamamen yozlaşmış (corrupt) bir firmadır.”

YouTube kendisinden tam da beklenen şekilde video’yu yayından kaldırmış. Alternatif olarak aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

VIDEO İÇİN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYIN:

Mevcut Otoritelere Asla Güvenmeyin (Belgesel İçerir)

Küresel tuğyan düzeninin kurucusu ve işleticisi satanist Kabal’ın insanlık tarihi boyunca sergilediği en büyük operasyon olan Covid yalandemisine dair bir belgesel: Anecdotals.

Bu belgeselde, o güne kadar mevcut otoritelere (devletine, bakanlıklarına, akademisyenlerine) güvenmiş, onların söylediklerini araştırıp sorgulamadan “doğru” kabul etmiş kişilerin pişmanlıklarına ve artık gözlerinin nasıl açıldığına şahitlik edeceksiniz.

İblis aleyhillâne’nin emrindeki Kabal kendi yürüttüğü ifsad projesiyle kendi temellerini daha fazla sabote edemezdi. Allah azze ve celle kâfirlerin, tağutların, şirk ehlinin tuzaklarını işte böyle kendi başlarına çevirir.

Covid tiyatrosu ve akabinde tüm devletlerin halklarını zorladığı dünyanın gelmiş geçmiş en toksik, en ölümcül, en tehlikeli “aşısı” olan mRNA aşıları sayesinde, yeryüzünde tahmin edemedikleri bir uyanışın tetikleycisi oldu bu şeytan hizmetkârları. Çöküşleri başladı. Bundan sonra kendileri için her şey hızla düşüşe geçecek. Son çırpınışları elbette olacak (iklim krizi safsatası, yeni yalandemiler vb) ancak kolektif bilincin uyanışta olması onların sonunu getirecek Yüce Allah’ın izniyle.

Belgeselin 3:50 dakikasında Kabal kuklası Anthony Fauci‘nin sözlerine dikkat: “Ben bilimi temsil ederim. Ve eğer bana saldırıyorsanız aslında bilime saldırıyorsunuz demektir. Bunu herkes bilir.”

Evet, senin İblis lanetullahi aleyh’in “bilimini” temsil ettiğini hepimiz çok çok iyi biliyoruz Fauci. Ama biz senin ilahın Şeytan’dan, tağutların en büyüğünden, sonuna kadar beriyiz, onu inkâr ediyoruz ve ondan ictinab ediyoruz. Bizimle onun arasında ve senin gibi bu dünyada şeytanın temsilciliğini üstlenmiş Kabal kuklalarının arasında büyük bir düşmanlık vardır.

Sen ve senin yolundaki şeytani, tağuti devletlerin (bu ülke de dahil, covid tiyatrosuna seve seve katılmış ve halkını bu zulme maruz bırakmış tüm Kabal kuklası devletlerin) karşısındayız.

İnsi Şeytan Bill Gates ve Küresel TC (Belgesel İçerir)

Gelin önce meşhur Kabal kuklası Bill Gates’i daha yakında tanıyıp ve küresel ifsad çalışmalarına kısaca göz atalım. Ardından TC ile ilişkisini irdeleyelim.

Bill Gates’in küresel ifsad projelerini ortaya koyan 25 dakikalık belgesel:

BILL GATES – THE BANNED VIDEO

Kısaca Bill Gates:

Belgeselin 8 dakika 45 saniyesinde bakın “philanthropist”(hayırsever) (!!!) Bill Gates, şeytani bir şevk ve coşku ile, yaptığı işi bakın nasıl ifade ediyor: (Lütfen anlatımındaki, jest ve mimiklerindeki kötü enerji saçan heyecana dikkat edin)

“Genetik olarak modifiye edilmiş organizmaları alıyoruz ve bunları küçük çocukların kollarına enjekte ediyoruz. Tam olarak damarlarının içine zerk ediyoruz.”

Bill Gates’in Türkiye sevgisini (!) duymuşsunuzdur. Sık sık bu topraklara gelir, tatil yapar, antik hazinelerin peşinde iz sürer, arazi satın aldığı da söylenir, gizli ve sinsi türlü işler çevirir. Bazen gidip bakanlıklarla görüşür (özellikle Tarım Bakanlığı ile), anlaşmalar imzalar. Bill Gates ve TC çok samimi ilişkiler içindedir.

İblis hizmetkârı insi şeytan Bill Gates’in kurup fonladığı, amacı tüm dünyayı aşılamak olan GAVI (Küresel Aşı İttifakı) adlı kurumun 2020 yılında düzenlediği “Küresel Aşı Zirvesi”ne, küresel TC’nin cumhurbaşkanı da bir video mesaj göndermiş ve aşı ittifakının çalışmalarını canı desteklediğini gönülden ifade etmiştir.

Belgeselin 4. dakika 16. saniyesinde TC cumhurbaşkanının bu mesajına ait görüntüsünü bulabilirsiniz. Kabal kuklası diğer liderlerle birlikte. Ama bu TC cumhurbaşkanının Kabal kuklası olarak gösterildiği ilk belgesel değil. “Çocuklar İçin Kabal Belgeseli” adlı yazımda da diğer belgeselin linkini paylaşmıştım.

Görülüyor ki, tüm dünyada uyanmış, küresel zulüm ve sömürü sistemine karşı çıkan kimseler TC’nin Kabal’ın kontrolündeki bir devlet olduğunun farkında iken; bu ülkede yaşayanların “yerli ve milli” bir devlete sahip olduklarını düşünmeleri ne kadar trajikomik! E bu da Kabal’ın beyin yıkama, propaganda çalışmalarının bu ülkede ne kadar etkili ve başarılı olduğunun bir göstergesi.

Bu durum kişilerle ilgili bir durum değil. Bu durum, yerleşik düzenin şeytana hizmet ettiğinin apaçık bir resmidir. Yani AKAPE gidip de yerine MEHAPE, CEHAPE, HADAPE, vs. (kalanlarını siz doldurun benim midem hepsini yazmayı ve zikretmeyi kaldıramıyor, zaten midem kaldırmadığı için isimlerini böyle çarpıtarak yazabiliyorum) gelirse tuğyan bitecek mi? Ülke “yerli ve milli” olabilecek mi? Elbette hayır.

Parlamento üyeleri kendileri tağutlar olmalarının yanı sıra; küresel seviyede, en büyük tağut olan İblis aleyhillâne’yi ilah edinmiş satanist Kabal çetesine (bkz. Rockefeller, Rothschild gibi satanist ailelere ve Bill Gates gibi bu ailelerin avanelerine) de kulluk etmektedirler.

Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’a isyan edenlerin, kendilerinde kanun koyma-helâl haram belirleme yetkisi gören TAĞUTların toplanmış olduğu bir küfür meclisinden medet ummak kadar akılsızca bir iş var mıdır? Bir tağut gider, diğer tağut gelir ve şeytanın kurduğu sömürü ve köleleştirme düzeni aynen devam eder.

Ta ki Yüce Allah’ın yardımı ve lütfuyla O’nun kanunları uygulanır hâle gelene dek! Unutmayalım ki;

“Tek yasa var o da Kur’an’ı Kerim, onun yolundadır her aklı selim.

Yoldan ayrılmanın durumu vahim, yola dönme vakti geldi kardeşim.”

(NEŞİD linki => Neşid’deki “Siyonizm”i “Satanizm” ile değiştirerek dinlerseniz daha anlamlı oluyor. Çünkü neticede Siyonizm de Satanizm’in bir maşası, zulüm ve sömürü araçlarından sadece bir tanesi.)

Selâm, Zikir ve Frekanslar (Video içerir)

İbrahim Gadban Hoca’dan çok yerinde bir nasihat. (2 dakika)

Bir de şu açıdan bakabiliriz.

Bugün bağımsız ve tarafsız bilim gösteriyor ki, ağzımızdan çıkan her ses, her söz; kâinatın yapıtaşı olan torusları şekillendirmekte ve bir nevi programlamakta.

Masaru Emoto‘nun bilimsel çalışmalarını duymuşsunuzdur. Günümüzün Cymatics çalışmaları da sözlerin, seslerin yani frekansların madde üzerindeki etkilerini açıkça ortaya koyuyor. Belirli frekanslar maddede, kar kristalleri gibi göze çok güzel görünen fraktal yapıda dizilimlerin oluşmasına sebep olurken, bazı frekansların oluşturduğu dizilimler göze çirkin geliyor.

Zamanının ötesindeki bilim insanı Nikola Tesla‘nın şu sözü de kâinatın işleyişi açısından frekansların önemine dikkat çekmektedir:

“If you want to find the secrets of the universe, think in terms of energy, frequency and vibration.”

“Evrenin sırlarını bulmak istiyorsanız; enerji, frekans ve titreşim üzerinden düşünün.”

– Nikola Tesla

Yüce Allah’ın selâmını şöyle dolu dolu “Es Selâmu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu” diyerek vermek varken, “Sa” yazmak da neyin nesidir!?

Karşımızdaki Müslim’e kalpten gelen esenlik, barış, huzur, rahmet ve bereket dileklerimizi ağzımızla da söyleyerek; bu güzel kelimelerin enerjileri ile kâinatın dokusunu olumlu bir şekilde programlamak, bu güzel frekansları açık ve net bir şekilde göndermek dururken hiçbir anlamı olmayan iki harfi kullanmak da ne demektir!?

Şüphesiz, Yüce Allah’ın seçtiği ve Resul’unun (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere öğrettiği özel kelimelerin ve zikirlerin her birinin büyük hikmetleri vardır. Günümüz bilimi bu hikmetlerin bir kısmını ucundan az bir miktar fark etmeye başlamaktadır.

Zikirlerin, biz insanlığa son kitabını indirmek için Allah azze ve celle’nin seçtiği dil olan Arapça yapılmasında büyük hikmetler vardır. Zikirlerin, vahyin bizlere bildirmiş olduğu belli sayılarda yapılmasında büyük hikmetler vardır.

Zikirlerin Arapça yapılmasının ve belli sayılarda yapılmasının, ağzımızdan çıkan her bir kelimenin (yani ses enerjisinin/frekansının) kâinatın yapıtaşlarını (toroidal yapıları) programlaması (pozitif-yapıcı-olumlu enerjilerle yüklemesi) ve bu sayede Yüce Allah’ın rahmetine nâil olmada büyük önemi vardır.

Rabbimiz Allah subhanehu ve teâlâ’nın kâinatı yaratışında kurduğu bu mükemmel düzenin inceliklerini ve işleyiş mekanizmasını Rabbimiz dilemez ise insan aklımız belki de hiçbir zaman tam olarak idrak edemeyecek. Ancak video’da Gadban Hoca’nın da vurgulamış olduğu gibi; takva sahibi bir kalp, yaratıcısını çok seven, O’ndan çok korkan, O’na çok itaat eden, O’na çok saygı gösteren ve O’na yönelen bir kalp; sebebini, anlamını, mahiyetini tam olarak idrak edemese de Yüce Allah’ın şiarlarını yüceltir.

Rabbim bizleri takva sahibi kulları arasına katsın. Allahumme amin.

“İşte böyle… Kim de Allah’ın (değer verilmesini istediği, O’nu hatırlatan) şiarlarını yüceltirse kuşkusuz bu, kalplerin takvasındandır.”

22/Hac,32

“Kaufman Rastlantı Enstitüsü” (İronik Video İçerir)

Yüksek dozda ironi içeren 2 dakikalık reklam filmi. 

Reklam metninin bir kısmının çevirisi aşağıda:

— ÇEVİRİ BAŞLANGICI —

“Siz ya da bir sevdiğiniz tıbbi bir rastlantıdan mı muzdarip?

Biliyoruz ki günümüzde ölümlerin birincil sebebi “rastlantı”dır.

Bilimin hızında harekete geçmek istiyorsak, “sebepleri” araştırmaya vakit yoktur.

Biz, Kaufman Rastlantı Enstitüsü olarak yaşadığınız sağlık problemlerinin sebebinin vurulduğunuz aşılar ya da aldığınız ilaçlar olup olmadığını sorgulamayız. 

Biliriz ki günümüzde yaşanan aşağıdaki hastalıkların sebebi sadece “tesadüf”tür.

– Myokardit (kalp kası iltihabı)

– Kan pıhtıları

– Kalp aritmisi

– Felç

– Kalp krizi

– Manyetik deri

– Nefes almada güçlük

– Tüm vücudu saran kabartılar ve yanma hissi

– Havale

– Böbrek yetmezliği

– Hafıza kaybı

– Kanser

– Ani ölüm

ve çok çok daha fazlası.

Rastlantınıza gereken önemi gösterin ve Kaufman Rastlantı Enstitüsüne gelin.

Doktorlarımız, kulağa bilimselmiş gibi gelen açıklamalarla, yaşadığınız rastlantıların olduğunuz aşılarla bağlantısı bulunmadığını gösteren raporları size verecek. 

Böylece aşı karşıtı arkadaşlarınıza gururla gösterebilirsiniz.

Kaufman. Çünkü rastlantılar olur. Hem de hemen her zaman.”

— ÇEVİRİ SONU —

REKLAM FİLMİ:

İklim Krizi(!) Yalanı

“Televizyon bana dedi ki, eğer böcek yersem ve yönetici olan %1’lik sınıfa kendimi köle edersem iklim iyiye gidecekmiş.”
(İmza: Tağutlara kulluk eden ve onların yalanlarına inanan bir dünya insanı)

COVID yalanlarından sonra küresel satanist çete Kabal tarafından dünya gündemine sürülmüş olan “iklim krizi” meselesinin içyüzünü aktaran aşağıdaki makaleyi okumanızı öneriyorum.

Makalenin önemli kısımlarının çevirileri aşağıda. Makale çok uzun ve bilimsel yayınlara atıfları mevcut. Tablo ve grafikler de var. Bilimsel kanıt görmek isteyenler makalenin linkine BURAYI TIKLAYARAK ulaşabilir.

— ÇEVİRİ BAŞLANGICI —

“İlk olarak herkesin aklındaki soru: iklim değişikliği gerçek mi? Evet, gerçek. Doğal, normal ve Dünya oluştuğundan bu yana durmaksızın gerçekleşen bir durum bu.

Takip eden ikinci soru: İklim değişikliği insan aktivitesi sebebiyle mi oluşuyor? Hayır, bu sebeple olmuyor.

Bugüne kadar hiçbir bilimsel çalışma, gözlenen iklim değişikliğinin bir kısmını ya da tamamını insan etkinliğine bağlayamadı.

20 yılı aşkın süredir, bilim insanları dünyadaki iklim değişikliğinin esas sebebinin güneş aktivitesi olduğunu biliyor.

Atmosferik Karbondioksit (CO2) oranları iklim değişikliğinin sebebi değil, sonucudur.

Dünya atmosferindeki her değişiklik nihayetinde güneşin etkisine bağlıdır. İklim değişikliğinin arkasındaki sebep güneştir ve zamanın başlangıcından beri de bu böyle olmuştur. İnsan aktivitesinden kaynaklı CO2 oranlarının iklim değişikliği ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Bunu söylemekle beraber, dünya atmosferinin bir bölümü kasıtlı olarak yıkıcı insan faaliyetleri ile manipüle edilmektedir. Bunun adı “weather modification” (hava durumu modifikasyonu)dur.

Bulut tohumlama (cloud seeding) ve stratosferik aerosol enjeksiyonu (geoengineering) gibi faaliyetlerle insanlar hava durumuna müdahale etmektedir.

Bu hava durumu modifikasyon teknolojilerini kullanarak bilim insanları, güneş ile dünya arasında mevcut olan doğal ve birbirine bağlı iklimsel döngüye karışarak ilahlık girişiminde bulunmaktalar.

İnsan yapımı iklim değişikliği söyleminin arkasından esas ajanda David Rockefeller tarafından 1968 yılında kurulmuş olan, neo-Malthusian bir think-tank olan Club of Rome adlı teknokratlar grubunun gezegene hükmetmeye yönelik planlarıdır. Bu grup, bu ajandalarını küresel çapta gerçekleştirmek için Birleşmiş Milletler’in yanı sıra , Dünya sağlık örgütü (WHO), Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) gibi kurluşlarla yakın işbirliği içindedir.

Sonuç olarak; nasıl ki plandemi propagandasının insanları “güvende ve sağlıklı” tutmak ile ilgili bir ilgisi yok ise; iklim değişikliği “tehditinin”(!) de çevreyi korumak ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Bunun yerine, insan yapımı iklim değişikliği/dünyayı kurtarma söylemlerinin arkasındaki gerçek hedef; yöneten oligarkların dünyanın kaynaklarını tekelleri altına alması ve yönetilen kesimin hayatlarının her alanını yönetme, kontrol etme, manipüle etme imkânına sahip olmasıdır.

Bu gerçekten yaşamak istediğimiz bir dünya mıdır?

Artık perdeyi kaldırma ve Birleşmiş Milletler’in iklim değişikliği krizi söyleminin arkasındaki yalanları ifşa etme zamanı gelmiştir.”

Güneş, Dünya ve Elektrik Evren (Video İçerir)

Aşağıdaki 16 dakikalık video’da, Elektrik Evren araştırmacısı bilim insanlarının, günümüz Kabal biliminin materyalist yaklaşımına eleştirisini ve kâinatın yaratılışındaki güzelliğin kabulünü bulabilirsiniz.

Ruhunu şeytan aleyhillane’ye satmamış, bağımsız bilim insanları baktıkları her kevni ayette Yaratıcıya ve eşsiz yaratmasına dair işaretler görür iken; şeytana hizmet eden gözleri ve kalpleri mühürlü “bilim putperestleri” her şeyin tesadüf üzere, kaza ile oluştuğunu iddia ederek inanılmaz bir cehalet örneği sergilemekteler.

Gök, yer ve ikisi arasındakileri boş/amaçsız/öylesine yaratmadık. Bu, kâfirlerin zannıdır. (Girecekleri) ateş nedeniyle veyl olsun o kâfirlere!

(38/Sâd, 27)

Video’da ifade edildiği üzere:

“Dünya üzerindeki bütün yaşamın tesadüfler sonucu oluştuğunu söylemek; modern bilim insanlarının gerçeklikten ne kadar kopuk olduklarının simgesidir.”

Michael Clarage, PhD, Astrofizikçi ve SAFIRE Projesi Bilim İnsanı

Mühendislik çözümlerinin güzellikle buluştuğu yerler var mıdır diye soruyor bu bilim insanı. Ve cevap olarak Dünya üzerindeki canlılardan örnekler veriyor. Her bir kelebek kanadında, her bir örümcek ağında ve her çiçekteki mükemmel yaratıma dikkat çekiyor.

“Günümüz bilim insanları (evrendeki) güzelliği görmek için eğitilmezlerse, esas olan noktayı her zaman kaçıracaklar.”

Michael Clarage, PhD, Astrofizikçi ve SAFIRE Projesi Bilim İnsanı

Elektrik Evren teorisine göre, kâinattaki her yapı (galaksiler, yıldızlar gezegenler, nebulalar vb) evrenin %99’undan fazlasını oluşturan plazma üzerinde akan elektrik akımları sayesinde aslında bir iletişim ağı içindedir. Evrende asla bir kopukluk yoktur ve bu muazzam sistemde aslında her varlığın bir amacı vardır ve birbiriyle iletişim/etkileşim hâlindedir.

Dünya, Güneş tarafından her gün şarj edilmektedir. Güneş rüzgârlarının taşıdığı enerji her sabah gündoğumu ile Dünya’ya ulaşmakta, Dünya bu enerjiyi üzerindeki canlılığı sürdürebilmek için kullanmakta ve her akşam günbatımı ile Dünya tarafından “sindirilmiş” enerji tekrar elektrik enerjisi olarak Güneş’e akmaktadır.

Hem Manyetosfer‘in hem de Atmosfer‘in katmanları sayesinde, Güneş’ten gelen ve muazzam yakıcılıkta enerji taşıyan rüzgârların (Güneş rüzgârlarının) enerjisi düşürülerek Dünya üzerindeki hayatın devamı sağlanır. Bu koruma kalkanları olmasaydı yeryüzünde hayat mümkün olamazdı.

Yıldızımız Güneş’ten gelen elektrik akımları dünyanın manyetik kalkanı (Manyetosfer) sayesinde doğrudan tüm yeryüzüne temas etmemekte, Dünya’nın kuzey ve güney kutuplarından giriş yapmaktadır. Güneş’ten gelen elektrik enerjisi, Dünya’ya giriş yaptığı bu kutup bölgelerinde Aurora Borealis yani Kuzey Işıkları fenomeninin oluşmasına sebep olmaktadır.

NASA, Dünya ile Güneş arasındaki bu elektrik akımı olayını daha iyi anlayabilmek adına ACES II adlı görevi başlattı. Atmosferin ilgili tabakasına, Aurora Borealis‘in hem üst hem de alt katmanlarına 20 Kasım 2022’de, bu elektrik alışverişi hakkında ölçümler alacak 2 adet uydu gönderdi.

Gerçek bilimin günümüzde yaptığı bu tespitler çok önemli. Çünkü, vahyin bize bu bilgileri 1400 yıl önce zaten öğretmiş olduğunu görüyoruz bir kez daha.

Alemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle’nin Resulu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) güneş doğmadan önce ve batmadan önce, yani Dünya ile evren arasında kozmik enerji akışlarının gerçekleştiği bu özel iki zamanda Yüce Allah’ı zikrediyor, huşu ile kalbini kâinatın yaratıcısına bağlıyor, O’na sığınıyor, O’ndan yardım diliyordu. Dünya’nın şarj edildiği ve büyük bir enerji akımına maruz kaldığı gündoğumu ve günbatımı vakitlerinin önemine biz ümmetinin dikkatini çekiyor ve muvahhid müminler olarak her anımızda olduğu gibi bu özel anlarda da Sabah ve Akşam Zikirleri ile Rabbimize tevhid yönelmemizi öğütlüyordu.